Merhabalar, Tool analizlerinden hatırlayanlar olmuştur sanırım, şu aralar derslerle çok yoğunum, hazırlamaya çalıştığım üç tane research paper'ım var. Bu yoğun dönemde boş kaldıkça izlediğim, sonradan izlediğim bütün diziler arasında favorim haline gelen True Detective'den bahsetmek istiyorum.
Man is the cruelest animal.
True Detective Amerikan yapımı HBO tarafından yayınlanan antolojik dram dizisidir. Antolojikden kastım sezon karakter ve mekan unsurlarının değiştiği dizi tarzıdır. Dizi Rust Cohle (Matthew McConaughey) ve Martin Hart (Woody Harrelson) isimli iki dedektifin hayatını anlatıyor. Seri Nic Pizzolatto tarafından yazılıp Cary Joji Fukunaga tarafından yönetilmekte.
Bir de ilk sezonun iki ana karakterine bir göz atalım:
Rustin(Rust) Cohle
Dizideki favori karakterim, hatta izlediğim bütün diziler arasındaki favori karakterim oluverdi bir anda. Pesimist ve nihilist bir kişiliğe sahiptir. Buna ek olarak alkolik ve sigara tiryakisidir (*reklamlar* Camel *reklamlar* içer abimiz). Burada şunun da uyarısını yapayım eğer diziye sigarayı bırakmak isteyen birisi başlamak istiyorsa uzak dursun onu da söyleyeyim . Kendisi zaten yeni Oscar ödülü almış ve oldukça yetenekli bir oyuncu tarafından canlandırılmakta ki bu da Johnny Depp-Captain Jack Sparrow, Hugh Laurie-Gregory House, Bryan Cranston-Walter White, Benedict Cumberbatch-Sherlock Holmes, Tom Hiddleston-Loki olayı gibi yani anlatmak istediğim Matthew McConaughey bırakın rol kesmeyi karakteri tamamen yaşamakta. Karakterin verdiği tepkiler, yaptığı çıkarımlar, felsefi düşünceleri gerçekten filozoflara taş çıkartır cinsten, zaten diziyi izlerken mutlaka akılda kalıcı bir quote'u beyninize yerleşecektir. Daha buraya paragraflarca yazı yazasım var fakat buradan sonrası spoiler'a kaçar burada bırakayım.
I'd consider myself a realist, alright? But in philosophical terms I'm what's called a pessimist... I think human consciousness is a tragic misstep in evolution. We became too self-aware. Nature created an aspect of nature separate from itself - we are creatures that should not exist by natural law... We are things that labor under the illusion of having a self, that accretion of sensory experience and feelings, programmed with total assurance that we are each somebody, when in fact everbody's nobody... I think the honorable thing for our species to do is to deny our programming. Stop reproducing, walk hand in hand into extinction - one last midnight, brothers and sisters opting out of a raw deal. -Rust Cohle
Martin Hart
Dizinin sevdiğim bir diğer yanı. Genelde iki ana karakter kullanılan dizilerde bu iki ana karakter birbirinden zıt görüşlü olur. Burada da öyle fakat çoğu dizi bunu yapamadı (bkz. Supernatural). Martin Hart Rust'ın aksine standart bir yaşam biçimi olan, evli ve çocuklu, dedektiflik başarısını tecrübesine borçlu ve duygularıyla yaşayan bir adam. Emin olun izlerken bu iki karakter arasındaki zıtlığı çok net hissedeceksiniz fakat bu zıtlık onlara negatif değil -gördüğüm kadarıyla- pozitif yarar sağlıyor. Bu da onların neden zıt karakter olup da işi iyi yaptıklarının sebebidir.
Şimdi gelelim işin asıl kısmına. Hayatımda gördüğüm en iyi senaryolardan birine sahip bu dizi. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, dizi öyle çok tutsun diye değil de içinde resmen bir sanat barındırmış.
Yazının buradan sonrası ilk sezonu izlemeyenler için ağır spoiler içerir.
Şimdi asıl üzerinde durmak istediğim malum okült cinayetleri işleyen tarikattır. Nic Pizzolatto (Senarist) gerçekten çok zeki bir herif bu konuda. Kendisi zaten normalde senarist değil yazar. Bu da onun edebi ve okült bilgilerinin nereden geldiğini gösteriyor. Dizideki tarikat "Yellow King" isimli bir lideri takip eden, sembollerle kafayı bozmuş ve genelde kız çocukları hedef alan bir tarikat. İlk olarak Yellow King'den başlayalım işe.
Yellow King nedir? Dizide Yellow King'i gerçek bir varlık olarak göremedik. Tarikatın takip ettiği mitolojik veya ruhani bir varlık. Nic Pizzolatto'nun Yellow King olayını yaratırken esinlendiği yerler zamanının fantastik korku edebiyatının en iyi isimleri Robert Chambers ve H.P Lovecraft'dır.
Robert Chambers isimli yazarın "The King in Yellow" isimli bir kitabı vardır ve inanın ki bu kitapta midenizin kaldırmayacağı, korkacağınız şeyler vardır. Hani genelde şöyle düşünülür: "Bir insan bir kitaptan nasıl tiksinip korkabilir ki?" Yok öyle değil işte, bunu öyle iyi beceren adamlar var ki onlardan bir tanesi de Robert Chambers. Zaten o yüzden bu kitabı ne Türkiye'de ne de Dünya'da rahat bir biçimde bulamazsınız. Anca Amazon'dan felan sipariş etmeniz lazım. Kitap'ın girişinde bir şiir var, onu paylaşayım :
Along the shore the cloud waves break,
The twin suns sink behind the lake,
The shadows lengthen
In Carcosa.
Strange is the night where black stars rise,
And strange moons circle through the skies,
But stranger still is
Lost Carcosa.
Songs that the Hyades shall sing,
Where flap the tatters of the King,
Must die unheard in
Dim Carcosa.
Song of my soul, my voice is dead,
Die thou, unsung, as tears unshed
Shall dry and die in
Lost Carcosa.
—"Cassilda's Song" in The King in Yellow Act 1, Scene 2
Aynı şekilde kitaptaki Yellow King'de fantastik bir varlık olup, tarikattaki üyelerin taptığı bir varlıktır. Ve bu tarikattaki adamlar öyle şeylerdir ki insan demeye dili varmaz kimsenin. Yine kitaptan bir kısım:
Camilla: You, sir, should unmask.
Stranger: Indeed?
Cassilda: Indeed it's time. We have all laid aside disguise but you.
Stranger: I wear no mask.
Camilla: (Terrified, aside to Cassilda.) No mask? No mask!
Hikayede Camilla isimli karakter bir yabancıyla(tarikat üyesi) karşılaşır ve ona "Maskenizi çıkarmalısınız bayım." der. Tarikat üyesi tabii ki der ama bir şey yapmaz. Cassilda ısrar ettiğinde herif "Maske giymiyorum." der ve Robert Chambers burada tarikat üyelerinin nasıl bir surata sahip olduğunu çok güzel bir biçimde vurgular. Maske giyselermiş daha iyiymiş. (Diziden maske olayları aklına gelmiştir?)
Bir de Carcosa'dan bahsedeyim. Carcosa normalde ilk olarak Ambrose Bierce isimli bir adamın "An Inhabitant of Carcosa" isimli hikayesinde bahsedilmiştir ve kurgusal bir şehirdir. (Batman'deki Arkham gibi.) Fakat aşırı gizemli ve mistikdir ki şehir hakkında en fazla bilgiyi anca The King in Yellow kitabında görebiliyoruz. O da üstte verdiğim şiir zaten.
Ek olarak bu Carcosa denilen kurgusal şehir Neil Gaiman, George R.R Martin ve H.P Lovecraft gibi bir çok ünlü yazarın kitabında da vardır. Evet George R.R Martin'i okurken "Ulan? Game of Thrones?" diye içinizden geçirdiniz. Game of Thrones'da da Carcosa vardır efenim.
Şimdi dizideki sembolizm'e geçelim, okurken şu parçayı da dinleyin.
İlk olarak dizinin ana sembolü olan spiralden bahsetmek istiyorum.
Cinayetlerde kurbanlarının üstüne çizdikleri sembol ve dizide aslında her yerde görebileceğimiz fakat ayrıntılarda saklanmış sembol. Peki nedir bu? Neyi temsil ediyor?
Sonsuzluk... Mükemmellik... Sonsuz Döngü...
Aaa Fibonacci naber?
Aaa ben bu ayrıntıyı hiç fark etmemiştim?
Aaa burası Martin'in evi değil mi ya la?
Dizide biz bu spirali sadece kurban edilen Dora Lange'in sırtında görüyoruz sanıyorduk değil mi? Ama hayır öyle değil. Spiral'in anlamı sonsuzluk, mükemmellik ve sonsuz döngüdür. Hatta bu sembolün anlamının bilimsel kaynağı da Fibonacci'dir. Fibonacci'ye göre her şey spiralin etrafında mükemmellikle işlenmiş birer halkadır.
Nietzsche'nin "Eternal Recurrence" yani Sonsuz Bengi veya Sonsuz Döngü kuramında da spiralin önemi çoktur. Mesela diziden Rust'ın bir sözü :
Time is a flat circle baby.
Zaman düz bir çemberdir. Nihilizm'in bir numaralı kuralı. Ölünce ne yapacağız? Ne olacağız? Nihilizm anlayışındaki sonsuz döngü kavramına göre insan hayatını sürekli yaşar, bütün evren sonsuz bir döngü içerisindedir. Ölünce tekrar aynı hayatı tekrar yaşayacaksın fakat hatırlamayacaksın. Onu da yine Rust'ın Nietzsche'den alıntıladığı şu sözü çok iyi açıklıyor :
“The heaviest burden: “What, if some day or night, a demon were to steal after you into your loneliest loneliness and say to you: ‘This life, as you now live it and have lived it, you will have to live once more and innumerable times more; and there will be nothing new in it, but every pain and every joy and every thought and sigh… must return to you—all in the same succession and sequence—even this spider and this moonlight between the trees and even this moment and I myself. The eternal hourglass of existence is turned over again and again—and you with it, speck of dust!’ Would you not throw yourself down and gnash your teeth and curse the demon who spoke thus? Or have you once experienced a tremendous moment when you would have answered him: ‘You are a god, and never have I heard anything more divine!’ If this thought were to gain possession of you, it would change you as you are, or perhaps crush you. The question in each and every thing, “do you want this once more and innumerable times more?” would lie upon your actions as the greatest weight. Or how well disposed would you have to become to yourself and to life to crave nothing more fervently than this ultimate eternal confirmation and seal?”
― Friedrich Nietzsche, The Gay Science: with a Prelude in Rhymes and an Appendix of Songs
Dizinin aslında vurgulamak istediği bu cinayetler değil, seyirciye aktarmak istediği de cinayetlerin kimin tarafından işlendiği değil. Dizinin altında yatan felsefi düşünceler hem cinayetlerle hem de Rust Cohle karakteriyle vurgulanmak istemiş. O düşünce ise "Eternal Recurrence."
All of this happen again and will happen again... and again... and again...
Dizide farklı farklı şeylerin sürekli karşımıza çıkmasının sebebi de budur. Bunların hepsi önceden yaşandı ve tekrar yaşanacak. Mesela "5" sayısı sürekli dizide karşımıza çıkıyor. Ve cinayetleri işleyen okült tarikatı hedef alan göndermelerle. Şöyle açıklayayım:
İlk olarak Dora Lange'in evine gidelim, öldürüldükten sonra dedektiflerimiz evini aramaya gitmişti ve orada bir resim vardı ki şöyle :
Sonrasında ufak ve çok güzel bir ayrıntıya gidelim. Hatırlarsanız Rust Martin'in evine çim biçme makinesini geri götürmeye gitmişti, işini bitirdikten sonra içeride Martin'in eşiyle sohbet ederken Martin geliyor ve çocukları çağırıyor, çocukların odasına gittiğinde şöyle 3 saniyelik bir görüntü geliyor ve çocuklar şöyle bir oyun oynuyor odalarında:
Bir de Rust sorguya çekilirken bira tenekelerinden adamlar yapıyordu hatırladık mı?
Ve son olarak Rust'ın ele geçirdiği kaset:
Bu sembollerin açık bir amacı yok. Asıl amacı izleyicileri dizinin arka planında saklı olan felsefi düşünceye yönlendirmek. Bunu da izleyicilerin ilgisini çeken semboller koyarak yapıyor. Yani adam sizlere dedektif hikayesi anlatmıyor, sizlere onu yaşatıyor. Bir dizi daha ne kadar kaliteli olabilirdi ki?
Ha o kasette ne olduğunu merak edenler vardır eminim aranızda. Çünkü dizide kasedi izleyenlere bir bakıyorsunuz ki verdikleri tepkiler sizde aşırı merak uyandırıyor. The King in Yellow isimli kitaba göre, tarikattakiler mükemmelliği(!) ve sonsuz döngüyü sağlamak için(!) din okulları açıyorlar ve buraya gelen çocukları hedef alıyorlar? Neden? Çünkü din bu düşüncenin önündeki en büyük engellerden bir tanesi. Bu şekilde kendi tarikatlarını "purify" ettiklerini sanıyorlar. Peki onlara neler mi yapıyorlar? Aklınıza ne gelirse onu...
Bir kaç sembole ve ayrıntıya daha bakalım.
Martin'in kızlarından bir tanesi okuldaki arkadaşları vasıtasıyla gaza getirilip pornografik resimler çizmişti hatırlarsanız. Şimdi bunu bir aklınızda tutun, farklı bir olaya atlayalım buradan. Rust, Tuttle'ın terk edilmiş din okullarından bir tanesini araştırmaya gidiyordu ve duvarda acayip acayip şeyler görmüştü :
Sonra gelelim yıldızlara. Siyah yıldızlar...
Stars... Black Stars are rising... -Reggie Ledoux
Rust'ın yaptığı teneke adamlara bir daha bakalım?
Hah? Lone Star mı? Hatırlarsanız Rust özenle bu bira markasından aldırmıştı kendisini sorgulayan dedektiflere.
Merhaba siyah yıldız.
Öldürülen Dora Lange'in günlüğü.
E peki neyi ifade ediyor bunlar? Az önce de dediğim gibi. Hiçbir şey ifade etmiyor. Sadece insanlar üzerinde merak uyandırmak ve insanların bunları araştıra araştıra Eternal Recurrence/Return olayına getirmek. Nihilizm ile tanıştırmak. Nietszche, Carl Jung, Arthur Schopenhauer gibi insanlarla tanıştırmaktır. Bu tarzda bir dizi daha vardır "Battlestar Galactica". Onu da izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
Yazıyı dizinin finalinden bir sahneyle bitirelim. Aklınızda soru işaretleri kalması normaldir, zaten bu dizi, felsefi akımlar ve kitaplar bunun için yapılmıştır.
To realize that all your life, all your love, all your hate, all your memory, all your pain, it was all the same thing, it was all the same dream. A dream that you had inside a locked room. A dream about being a person. And like a lot of dreams, there’s a monster at the end of it -Rust Cohle
Yakında Tool yazısına devam edeceğim ve bir blog altında toparlayacağım yazıları.