“E” for Evil, Generation E!

Siyaset, Din ve Felsefe dışında kalan ciddi konularda makaleler, blog yazıları, videolar vb. materyaller paylaşarak fikir alışverişi yapıyoruz

“E” for Evil, Generation E!

Mesajgönderen Jaden » 04 Tem 2013 12:44

facebook
twitter
gplus

Bu yazıyı okuma niyetiyle sayfayı açıp, başlayanlara; bir uyarı niteliğinde belirteyim ki, yazı çok uzun. Zamanınız yoksa veya sayfayı açarken niyetiniz uzun bir yazıya zaman ayırmak değilse, bence hiç girişmeyin. Çünkü gerçekten çok uzun ve umurunda olmayan insan için sıkıcı denilebilir.

Eskiden çocuklar da bir başka saygılıydı, başları önlerindeydi ve kötülük nedir bilmezlerdi… Herhangi eski nesil mensubundan kolaylıkla duyabileceğimiz iddialar bunlar. Neredeyse her gün bir başka eski nesil mensubunun şikâyet ettiğini görebiliriz. Gerek gençlerden, gerek ülkenin halinden, görgü kurallarından veya bugüne ait önlerine gelen ilk şeyden. “Acaba şikâyet ederken yeterince düşünüyorlar mı?” diye sormak lazım bir de… Çünkü herhangi bir neslin çocukluğunda ve gençliğinde yaşadığı dünya, kendi neslinin eseri değildir. Fakat yetişkinliğinde ve yaşlılığında yaşadığı dünya tamamen o neslin boyadığı bir tablodur. Gençlerin davranışları, televizyonlardaki programlar, görgü kurallarının geldiği nokta, ülkenin hali hatta dünyanın hali, bir neslin yetişip pozisyonlarını doldururken yaptıklarının tam sonucudur. Gençler, yetiştirdiğiniz çocuklar; ülkeyi yönetenler, oy verdiğiniz siyasetçiler; dünyanın hali ve barış, yatırım yaptığınız alanlar ve görgü kuralları, onları sonraki nesil için aktarma şekliniz ile belirlenir.

Peki nedir bu eski neslin sürekli şikayet ettiği ve beğenmediği yeni dünyanın hali o zaman? Neden gençler, en azından onlara göre saygısız ve görgü kurallarından bihaber, neden ülkenin hali beğenilerden uzak, neden dünyada barış yok ve neden hiçbir şey eskisi gibi güzel değil? İşte bu noktada, öncelikle SiDRe’nin paylaşmış olduğu bir video habere gönderme yaparak, altyapı kazanmak niyetindeyim.

viewtopic.php?f=4&t=24

Videoda, bebekler ve çocuklar üzerinde yapılan bazı testler sonucu, bebeklerin doğuştan ahlak mefhumuna sahip oldukları ve bir iyi-kötü algısı ile dünyaya geldikleri, bilimsel anlamda ortaya konuluyor. Ancak yine bu testlerin sonuçlarına bakarak, aynı bebeklerin, bir de kendilerine benzeyenleri sorgulamaksızın tercih etme eğilimleri ön plana çıkıyor. Kendilerine benzemeyenleri ise haklı olsalar bile tercih etmiyorlar. Bundan ötesi, tamamen gelişim sürecinde çocuklarımızı nasıl eğittiğimiz ile alakalı. Ahlak algılarını koruyup iyi birer insan olmaları da, benzerlikler yüzünden insanları tercih edeceklerine çoğulculuğa izin verip haklı ve haksızı ayırt etmeleri de bizim vereceğimiz eğitime bağlı.

Ben burada, kısaca, sizlere neden yeni nesil ile beraber şiddet, kötülük, karanlık ve zorbalık öğelerinin yükselişe geçtiğine dair fikirlerimi anlatmaya çalışacağım. Bu çalışmayı hakkı ile yapmak için öncelikle çocuklara ve gençlere nelerin yön verdiğini bulmamız lazım. Her çerçeveden düşünerek, sanırım şu kalemlerin en önemli etkenler olduğu sonucuna varabiliriz; kitaplar, televizyon programları ve özellikle diziler, sinema filmleri, bilgisayar oyunları, sokakta diğer çocuklar ile iletişimleri, aile içerisinde yaşananlar ve okul. Burada sizlere post-freudyen bir ahkâm silsilesi ile psikoloji dersi vermeye çalışmayacağım zira ne ben konunun uzmanıyım, ne de sizler o konuya benden daha uzaksınız. Dolayısıyla, aramızdaki uzman psikologlar ve benzeri eğitimden gelen insanlar hariç, hepimizin yarım yamalak bildiği veya bildiğini zannettiği konuları, avam bir ağız ile tekerrür etmenin kimselere de faydası yok. Zaten bence buna gerek de yok. Yukarıda saydığım etkenler üzerinde biraz düşünüp, dün ile bugün arasındaki farkları bulmamız yeterli olacaktır.

Kitle iletişimi ve etkileşimi açısından çok büyük unsurlar, medya ve televizyon yayınları. Ancak bu ortamlarda gözümüze takılan her karenin de, neokorteks üzerinde kayıt altında olacağını bir kez daha düşünmek lazım. Özellikle de yeni gelişim çağında olan ve sosyal hafızaları çok daha güçlü olan çocuklar üzerinde. Sıkıcı başladığımın farkınayım ama inanın bilimsel “hede”lerle dolu bir yazı değil bu. Aslında, hepimizin çok iyi bildiği sevimli şeylerden bahsedeceğim. İlk başta…

Eski nesil nasıl eğlenir, nasıl zaman geçirir ve özellikle de çocukken nelerden hoşlanırdı. Daha doğru bir deyiş ile “önlerine sunulan neydi ?”. Biraz inceleyelim, bakalım bunları hatırlayacak mısınız?

Red Kit (Lucky Luke)

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=RYzZPsK78Gg

http://www.youtube.com/watch?v=miE1gfJDwJ4

Henüz şu yazıyı yazarken, yıllar sonra bile zevkle dinlediğim müzikleri ve zengin altyapısı ile çocukluğumuza şekil veren bir başyapıt. Biraz nostalji olsun diyen yaşıtlarım zevk yapsın, bu nedir diyen yeni nesil de bir baksın diyerek linkleri verdim. Nedir bu kırmızı fularlı çocuğu farklı kılan ve bugün bir benzeri yoktur dememe neden olan? Basit aslında, orijinal çizgi film serisi olarak 52 bölüm boyunca, vahşi batıda kanun kaçaklarını kovalayan bir silahşor olan kahramanımız, bütün bu 52 bölüm boyunca bir tek insan öldürmemiş, bir tek canlıya zarar vermemiş ve ağzından kötü bir laf çıkmamıştır. Yaptığı en şiddet içerikli hareket, bir suçluyu bir tek yumrukla, roket gibi uzaya kadar fırlatmaktır ve bu esnada bile çizgi filmimiz oldukça komik ve gerçek dışı grafiklerden faydalanmıştır. İlk seride sigara içen Red Kit, ilerleyen bölümlerde kötü örnek olmamak için kendisi ile özdeşleşen ağzında tuttuğu sigaradan vazgeçmiş ve sigarayı da bırakarak bunun yerine dudağının kenarına bir ot parçası yerleştirmiştir. Çizgi dizi hayali karakterlerden oluşmakla birlikte, aynı zamanda gerçek karakterlere de yer vermiş ve tüm bölümlerinde iyiliği, yardım severliği, vatanseverliği ve hatta kadınlara karşı saygılı olmayı bile işlemiştir. Kötüler daima kötü olarak lanse edilmiş ve kendilerini gülünç durumlara düşürmüşlerdir. Yani karizmatik kötüler bu çizgi diziye asla hâkim olmamıştır. Kahramanımız ise keskin bir silahşor ve güçlü bir savaşçı olmasına rağmen, şiddete en son çare olarak başvurmuş, olayları keskin zekası ile çözmüş, yeri geldiğinde ise rezil olmuş hatta zor durumlardan beklenmedik insanların yardımıyla kurtulmuştur. Yani tanrısal güçler ile sürekli önüne geleni yenmemiştir. Aslında orijinal adında da söylendiği gibi, Şanslı Luke, genellikle şansının yardımı ile olayların üstesinden gelmektedir.

Şirinler (The Smurfs)

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=RqbpzEHuO2g

Bazı kaynaklarda, sosyalist rejimlere gönderme yaptığı ve bazı temel ahlak kuramlarını yıkan bir altyapısı olduğu gerekçesi ile eleştirilmiş olsa da, ben bir çizgi filme çocuk masumiyeti ile bakınca, bu algıların daha çok yetişkinlere hitap ettiğini düşünüyorum. Yine yıllarca televizyonlarda gösterilen fakat bir tek karakterin ölmediği, ateş etmediği ve komik düşüşler dışında birbirini dövmediği bir çizgi film. Olayları olgunluk ve zeka ile çözen ve sürekli diğer şirinlere de bunu öğütleyen bir Şirin Baba liderliğinde, kendilerinden çok daha büyük ve güçlü şeytani büyücüyle korkusuzca savaşan ve kendi köylerinde yardımlaşma içerisinde hayatlarını sürdürüp, kin gütmek ve nefret etmek (öfkeli şirin ve sürekli nefret etme esprileri hariç) gibi kavramları kendilerinden uzak tutan küçük canlılar.

Clementine

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=U1gHe4soZGY

Bu çizgi film özelinde, bir yanılgıyı kabul ederek başlamak istiyorum. Clementine ile ilgili olarak, yıllar sonra bir görüşme yapmak isteyen bir gazetecimize bile, Fransız yapımcı öncelikle konuşmak istememiş. Sonradan bu tavrın gerçek nedeni anlaşılmış. Clementine, gece kuşağında yayınlanmak üzere yapılan, büyükler için korku çizgi filmi kategorisinde bir ürün. Zamanın TRT yayıncıları iyi para verince, Fransızlar da sorgusuz vermişler bu Çizgi Filmi. Aslında bir çocuğun görmemesi gerekecek türden içeriğe sahip. Daha ilk bölümde küçük bir kızın babası uçak kazasında ölüyor ve kız da kötürüm kalıyor. Sonrasında ise, çocukluk dönemi için cidden korkunç grafiklerle tasvir edilmiş gerçek iblisi bize defalarca gösteriyor ve sonunda da Clementine lavların arasında kaybolurken, film finalini iblisin zaferi ile gerçekleştiriyor. Ancak yine de, kötürüm bir kızın rüyalarında iblise karşı korkusuz savaşı ve bir iyilik perisinin daima onu kurtarmak için yakınlarda olduğunun anlatıldığı bir yapım. Yine kahramanımız insanüstü güçlerle donatılmamış ve sürekli olarak kendinden daha güçlü bir düşmanla, tek silahı inancı ve iyilik ile olan bağının kopmaması olacak şekilde savaşıyor.

Tom ve Jerry

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=R-sLX5UZaxk

http://www.youtube.com/watch?v=GHrGqzXnWfw

Tom ve Jerry ile ilgili bir kelime bile söylemeden önce, iki videoyu incelerken göreceğimiz muhteşem detay zaten bize çok şey anlatacaktır. İlk video, 1940’lardan muhteşem bir Louis Jordan klasiği, “Is you is or is you ain’t my baby”. Tymphany Five – Quintet ile Louis Jordan başta olmak üzere, B.B. King’e varana dek birçok efsanevi sanatçı tarafından seslendirilmiş bir başyapıt. İkinci videoda kullanılan şarkı ise Carmen Miranda ile özdeşlemiş bir başka müzikal klasiği, Mama Eu Quero (Bir anne istiyorum), Carmen Miranda’nın müzikaldeki kostümü de taklit edilerek kullanılmış. Bundan neden bahsettiğimi, ileriki bölümde açıklayacağım. Şimdilik Tom ve Jerry ile ilgili birkaç kelam edelim. Yıllarca Walt Disney vs Metro Goldwyn Mayer (tabi ki bir diğer yandan Warner Bross) savaşının da en önemli silahı olmuş bu çizgi film, 1930’lara dayanan altyapısı ile tüm çocukların sevgilisi olurken aslında bütün hikâye bir kedi ile farenin arasında yaşanan kovalamacadan ibaretti. Çok nadiren ev sahibesinden duyduğumuz birkaç söz dışında bir konuşmanın dahi geçmediği bu yapımda, bütün maharet olağanüstü yetenekli bir orkestranın, bizi klasik müzik ritim ve tınıları ile olayın hissiyatına dâhil etmesinden ibaretti. Düşmanlıkları büyük olmasına rağmen de bu kedi ve fare, sadece komik bir şekilde bir birlerine tuzaklar kurup bazen de birbirleri için üzülebiliyorlardı.

Taş Devri “The Flintstones”

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=gdX6fwfrULI

Tıpkı tüm dönem dizileri gibi, arkadaşlık ve aile bağlarını ön plana çıkartan ve hayatın dostların yardımı ile daha kolay yaşanacağının altını çizen başka bir yapım. Ve yine tüm benzerleri gibi, şiddet içermektense, şakalar ve mesajlar ile donatılmış.

Coyote ve Road Runner

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=OwYQsZuh2CM

Warner Bross yapımı ve Tom ve Jerry benzeri bir kaçma kovalama hikayesini, benzer şekilde sessiz ve şiddetten uzak işleyen bir yapım. Bu çizgi filmde daima çarpışmalar, patlamalar ve kazalar vardır ancak sonu hep komik bir şekilde biter ve kimse zarar görmez.

The Muppet Show

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=EJ9yAV8uQ7g

Sevimli Kermit, trompet solosu ile ünlü Gonzo, Diva Miss Piggy ve aksi ihtiyarları Statler ve Waldorf ile çocuklara kahkahadan başka bir şey öğretmeyen diğer bir yapım. Walt Disney Yapımı bir klasik olan bu kukla gösterisinin yine önemli bir özelliği itinalı müzikal çalışması. 5 sezon boyunca gösterimde kalan bu dizide de birçok ünlü konuk oyuncu yer almış ve bu durum dizinin komik olmasının yanında öğreticiliği ile de ön plana çıkmasında etkili olmuştur. Gonzo’nun entelektüel ve kategorik ayrımcılığa karşı tavırları gibi, çocuklara ve gençlere model olabilecek değişik bakış açıları sunabilen bir yapısı vardır.

Pembe Panter (The Pink Panther)

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=9OPc7MRm4Y8

Pembe ve sevimli bir panterin, bir dedektifi biraz zekâsının biraz da şansın yardımı ile çılgına çevirdiği bir çizgi dizi. Bu çizgi filmde, genellikle polis şefimiz her türden farklılığa karşı ve tek düzedir ama Pembe Panter şiddetsiz, silahsız ve sadece inat ve zekânın yardımı ile dünyayı siyah beyazdan kurtarıp istediği sonuca ulaşmanın yolunu bulur. Yine en önemli özelliği, efsane Henry Mancini imzası ile hafızalara kazınan, caz temalı müziğidir.

Bay Meraklı (La Linea)

Resim

Sadece bir kalemin ucundan çizilen çizgilerle dakikalarımızı kahkahalara boğan zeki ve öğretici bir yapımla karşı karşıyayız. Yine müzik seçimleri oldukça klasik caz etkisi altındadır ve en büyük mesajı, istediğimiz her şeye sahip olamayacağımız üzerinedir.


Bunlar, 1940-2000 arası çizgi filmlerden bazıları. Daha niceleri, hemen hemen aynı perspektif ve çizgiden, benzer mesajlar vermiş ve çocukların zihinlerinde küçük yaşlarda oluşacak olası ahlak ve adalet kavramının yerleşmesinde rol oynamıştır. Snoopy, Calimero, Yakari, Denver, He-Man, Voltron, Nils ve Uçan kazı ve diğerleri. Şimdi değinmek istediğim diğer bir yönleri ise müzikleri. Dikkat edecek olursak, bu çizgi filmlerin birçoğunda, klasik veya caz altyapısı ile itinalı çalışmaların sonucu olmuş birer orkestra imzası görebiliyoruz. Tema müziği ne olursa olsun, hemen hemen tamamı ise dizinin bölümlerinde aralara serpiştirilmiş olarak müzikal bir altyapı sunmaktalar. Dolayısıyla çocukların gelişim çağında kulak dolgunluklarına bir klasik algısı eklemek anlamında da katkıları var. Tabi ki herkes istediği müziği dinler ancak birazdan bahsedeceğim asıl konulardan bir tanesi olarak, müzik alanında iyi yetiştirilmemiş nesillerin eğilimlerinin ne olabileceğini de tartışmak lazım. Şimdilik çizgi film konusunda bir kıyaslama olması açısından şu örnekleri vererek diğer konuya geçiyorum.

Pokemon

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=JuYeHPFR3f0

Yıldırımlar, şimşekler, hırs içerisinde sıçrayıp kavga eden çocuklar ve hayvanlar ile basit ritimlerle elektronik öğelerle süslenmiş tekdüze saldırgan bir müzik. Sanırım ne anlatmaya çalıştığıma en iyi örnek… Sözde ölümüne dövüştürerek hapsettiği küçük hayvan ile en iyi arkadaş ve evrenin koruyucusu olan arkadaşımız, nedense sürekli sinirden titreyen ve kazanmak için kanının son damlasına kadar savaşacak olan hırslı bir haldedir. Eninde sonunda ise en güçlü pokemon onun elindedir ve savaşı kazanır. Hatta sırf bu kurgu gerçeklensin diye, onun pokemonu kendi türünün bile sınırlarını aşan özel bir istisnadır.

Beyblade

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=N74cnBa_Bmc

Topaç gibi dünyanın en sevimli el becerisi oyuncağını bile hız, öfke, hırs ve kavga ekseninde birleştiren ve neredeyse bunun dışında hiçbir mesajı olmayan başka bir boş yapım. Sadece müzik bile kendini ele veriyor. Yine tekrarlıyorum, müzik türlerine alerjim yok ama sert ve elektronik ritimleri çocukların kulağına kulağına itelemenin de manasını çözemedim gitti.

Monster High

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=3hO_WYf48pQ

Evet, gerçekten de, çocuklarımızın ihtiyacı teknotronik, rap, gulyabaniler, hortlaklar ve bunların her nasılsa kabul gören popi yaşam tarzları. Ayakta alkışlıyorum.


Daha bunlar gibi pek fazlası var ama ben sıkıldım. TRT yapımı rezaletler silsilesine ise değinmek bile istemiyorum. Bir zamanların zekâya, müzikal algıya ve mecazlara hükmeden başyapıtlarından sonra 2000’lerde geldiğimiz nokta maalesef tam olarak da bu rezillikten ibaret. Konuya bunlarla başlamamın nedeni, başıma gelen bir olaydan ibarettir. Biz okul yıllarında, arkadaşlarımızla beraber yürürken veya bir sokak kenarında dikilirken, her genç grup gibi şarkılar söylerdik. Yine her genç grup gibi, bağıra bağıra tüm insanları rahatsız ederken aslında çok gösterişli olduğumuzu düşünerek yapardık bunu. Yine de, söylediğimiz şarkılar da kimliğimizin bir parçası olurdu. Çok özendiğimiz 70’lerin çiçek çocuklarının milli marş haline gelen şarkıları süslerdi kimlik arayışımızı. The Wall söylerdik, Joan Jets – I love Rock and Roll, John Lennon – Imagine, Dire Straits – Money for Nothing, Rolling Stones – Paint it Black gibi eserlerle hayat bulur ve insanlara bağıra bağıra isyanımızı bu şarkılarla haykırırdık. Bir anlamları, bir mesajları ve bir amaçları vardı tüm bunların. “with no loving in our souls and no money in our coats, how we can say we’re satisfied ?” diye bağırırken, sevdiğimiz insanın gözlerinin içine bakıp, biraz da sorgulardık, gerçekten neyin peşinde olduğumuzu.

O garip ve unutmak istediğim gün, Şişli – Cevahir metro durağının önünde bir sigara içimlik durmuşken, birden yanımda beliren kızlı erkekli 12-13 kişilik grubu ise asla unutamıyorum. Birden kızların öncülüğünde, grup halinde bir şarkı söylemeye başladılar. ”Gençler eğleniyor işte…” diye düşünüp geçtim. Bir yandan da sözlerinden şarkının ne olduğunu çıkartmaya çalışıyordum. Birkaç mısra sonunda, “gotta catch’em all” ve “pokemon” diye bağırdıklarını duyunca, ağızlarına kürekle yapıştırasım geldi ama yine de metroya inmeyi tercih ettim. Bu muydu peki 2000 neslinin kimlik haykırışı? Elektrik saçan kedileri ile hoplayıp zıplamak mıydı mottoları?

Bunların yaşanmışlığı ile bugün ABD’den bir hanımefendinin bir paylaşımına denk geldim facebook’ta. Bir çocuk görmüş ve onunla arasında geçen diyaloğu aktarmış. Çocuk önce konuşmak istemiyor ve annesinin arkasına saklanıyor. Sonrasında üzerindeki Harry Potter tişörtüne istinaden, “Harry Potter mı seviyorsun?” diye sorulunca da, “Hayır, Lord Voldemort seviyorum, o kaosun efendisi!” diye cevap veriyor. Çocuktur deyip geçelim değil mi? Ne önemi var ki? Çok önemi var. Ailelerin ne yaptıklarını bilmediğinin açık kanıtıdır, çocukların git gide daha da fazla filmlerdeki kötü karakterlere hayranlık duymaları ve bunu açıkça dile getirmeleri. Birkaç örnek verelim yine:

STARWARS (YILDIZ SAVAŞLARI)

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=xUlqDMcS_RE

Evrene hâkim olan bir gücün, karanlık ve iyi tarafı arasındaki çekişmenin konu alındığı bir George Lucas klasiği. Sokaklarda araştırmaya kalksanız, çocukların en az yarısının Darth Sidious veya Darth Vader hayranlığı beslediğini fark edeceksiniz. Oysa ki film açık ve seçik olarak, karanlık tarafın zavallı insanların yolu olduğunu anlatıyor ve karanlık tarafın savaşçılarını hırs, kibir ve güç bağımlılığı ile betimliyor. Peki neden bu çocuklar hala kötünün tarafını tutma eğilimindeler ?

HARRY POTTER

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=haZEcPbF1T0

Evet, maalesef kötünün en fazla sevildiği filmlerden birisi ile karşı karşıyayız. Her an bir youtube veya facebook yorumunda, “zavallı volde” diyerek ağlayan çocuklara rastlamanız mümkün. İblisin insanlara sevdirilmesinin bir başka yolu da budur. Oysa konu zaten iyiliğin iblis ile savaşı değil miydi?

THE LORD OF THE RINGS (YÜZÜKLERİN EFENDİSİ)

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=7_L5SCfmBoA

Aslında mitolojilere dayanarak, iblisin insanlar üzerindeki etkisinin, yine sadece insanlardan kaynaklandığını anlatan bir yapım. Yüzük, insanoğlunun iktidar hırsı ve güç tutkusunu simgelemekten başka bir şey değil. Bu filmin arkasından en fazla yapılan, satılan ve kullanılan hatıra eşyasının yüzük olması ise düşündürücü. Bir soralım bakalım çocuklara, kızların Aragorn ve erkeklerin Arwen hayranlıkları bir kenara bırakıldığında, filmden en çok istedikleri şey aslında nedir?

Örnekler çoğaltılabilir ancak biz artık konumuza dönelim. Çocuklarımız ve gençlerimiz kötünün tarafını tutma eğilimindeler çünkü aileler çocuk yetiştirme konusunda fikirsiz ve niyetsiz. Bu filmleri çocukları ile beraber seyrederken ya onlara bir şeyler anlatamayacak kadar filmi izlemekle meşguller ya da zaten bir şeyler anlatabilecek kadar duruma hâkim ve bilgi sahibi değiller. Çocuklarımız kötülere hayranlık duyuyor çünkü yetişkinlerimiz mesajlarla ilgilenmiyor. Ancak o çocuklar, küçük dimağlarında, bilinçaltına o mesajları dolduruyorlar. Mesajı nasıl aldıkları ise ileride birçok şeyi şekillendiriyor. Bir an için düşünelim, hiçbir çocuk veya gencin, Edward Furlong’u örnek aldığına rastlayanınız oldu mu? Hepsi birer Arnold Schwarzeneger değil mi? Peki ben mi yanlış hatırlıyorum, yoksa bu adam kötü cyborg rolünde değil miydi? Birçok örnek ile aynı sonuca varabiliriz ki, aileler çocukları ile film seyrederken, bir yandan onları eğitme konusunda başarısızlar. Çocukların algılarını şekillendirirken iyiliği, insancıllığı ve yardımseverliği araya serpiştiremiyorlar. Daha da önemlisi, çocukların her istediklerini yapmalarına izin veriyorlar ve her istediklerini alıp önlerine koyuyorlar ve bunu iyi ebeveyn olmak şeklinde algılıyorlar. İblisin oyuncağı sevimli değildir. İblis her şekli ile iblistir ve çocuk da her şekli ile iblisten nefret etmeyi öğrenmelidir. Veya dünyadaki kötülüğü her ne simgeliyorsa…

Bir başka konu olan televizyon dizilerine de göz atalım. Toplumu ekran başına toplayıp, ailelerin gecelerini şenlendiren yapımların dünü neydi, bugünü ne acaba? Buyurun:

PERİHAN ABLA

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=zcn_UGazoA8

Bir mahallenin iyi niyetli insanları ve biraz meraklı olsa da onlara her konuda yardım etmeyi hayat felsefesi haline getirmiş bir Perihan Abla’nın hikâyesi. Naif, basit ve görsel olarak da, konu olarak da kötü bir yapım ancak verdiği mesaj ve sunduğu profil olarak toplumu götürmek istediği nokta harika hedeflenmiş.

BİZİMKİLER

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=wrqoRomT558

Bizimkiler, tüm yaşıtlarımın ve benden büyüklerin hatırlayacağı üzere, 80’lerin sonu ve 90’ların tamamının tek eğlencesi gibiydi. Bütün aile televizyon başına geçer ve merakla neler olacağını seyrederdik. Dizide toplumun her kesiminden insan mevcuttu ve bazı konularda anlaşamasalar da, bir şekilde geçinip giderlerdi. Sosyal demokratı, liberalisti, muhafazakârı, alkoliği ve tüm diğer öğeleri ile bir apartman halkının sorunları kendi yöntemleriyle çözüp birbirlerinin farklılıklarına tahammül edebildikleri bir yaşam şekli vardı bu dizinin mesajında. Yine yapım basit ve naif, konular ise bugünün standartlarında sıkıcı görünse de, toplumu birleştirici etkisi ve ertesi gün okulda, işte ve her yerde konuşulan tek konu olması açısından önemli bir değerdi.

A TAKIMI (THE “A” TEAM)

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=NwSBdul7Whw

Yine sade jenerik müziği ve kötülüklerle savaşan bir ekibin suçluları neredeyse kimsenin burnu kanamadan yakalamasını konu alan senaryosu ile döneme imza atan ve hepimizin beğenerek izlediği bir başka dizi.

GÖREVİMİZ TEHLİKE (MISSION IMPOSSIBLE)
Resim

http://www.youtube.com/watch?v=q8bG74UdzJw

Akıllardan çıkmayan jenerik müziği ve teknoloji konusundaki şaşırtıcı hayal gücü ile 80’lere imza atmış başka bir yapım. Yine hedef suçluları yakalamak ve yine en az miktarda şiddet ve kan var dizide. Birileri ölecek olsa bile, ölüm gösterilmez ve dizi o kadar aksiyonun ortasında sakin sakin akıp giderdi.

Dolayısıyla ekranlarda kan, şiddet, ölüm ve benzeri aşırılıklar oldukça azdı. En önemlisi de, bütün yapımların bir amacı vardı, hepsi bir mesaj taşıyordu. Toplumu birleştirici yapımlar çoğunluktaydı ve insanların farklılıkları bu yapımlarda hoşgörü ile karşılanıyordu. Bir diğer önemli nokta, kötüler kötüydü ve kötülerle ilgili bir kavram kayması yaşanmıyordu. Özellikle çocuk algısını darmadağın edebilecek bu tarz kaymalar, bugünün dizilerinde pek çok yerde karşımıza çıkabiliyor. Kötü, hatta şeytani figürlerin içerisindeki iyiliğe bir göz atıveriyor bugünün yapımları. En basit misali ile aşağıda incelediğimiz ilk dizide, bir terör örgütünün büyükşehirdeki temsilcisi, topluma iyi bir görüntüde, hatta komik ve insancıl olarak sunulabiliyor. İyilerin ise içlerindeki çatışma ve her an sınırı aşabilme potansiyeli hatta kendilerini kontrol edemeyip kötüleri kanlı bir şekilde öldürüşleri ve bu yüzden daha da kahraman oluşlarına yapılan vurgular, sizce amaçlı değil mi? Peki bir de bugüne göz atalım beraber:

KURTLAR VADİSİ

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=P3nLd6YI19A

Bu dizi ile ilgili konuşulacak kelime bulamıyorum. Konu; komplo teorileri, gladyo, terör, mafya ve adaletin kurumları dışındaki güçlerce yerine getirilmesi. Tema ise kan, cinayet, katliam, vahşet, kabadayılık, kavga ve kaos. Dizi tamamen devletin desteğini alan ve iktidardan iktidara da gözden düşebilen bazı örgütlenmelerin, nasıl da polis ve askerin yerine getiremediği asayiş ve vatan savunması görevini yerine getirebileceğini anlatıp, gençleri sokaklarda trençkotlu kabadayılara çevirmekten başka bir işe yaramamasına rağmen, maalesef televizyonlarda yıllardır gündemden düşmeyen bir fenomen ve vahşi cinayet sahnelerini açık seçik gözler önüne seren bir rezalet perdesi. Yine de kimse buna dur demiyor ve toplumun özellikle de fakir ve daha az eğitimli kesiminin çocukları özenmeye devam ediyor. Müzik ise, en azından beni çileden çıkartmaya yetecek kadar depresif ve sinir bozucu.

SILA

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=DOkQDr3Hj6Q

Konu; berdel, kan davası, terör ve terörün doğu bölgelerindeki gücü, cinayet, aile içi şiddet ve suçu aklama, zorbalık ve zorbalığın sürekli zaferi, emniyet güçlerinin silahlı terörist tipler karşısındaki acizliği ve aşkın bile bir saplantı halinde yaşandığı bir aşırılıklar dünyası. Her ne sebeptense yine yıllarca televizyonlarda kaldı ve bir dönem ülkenin bir numarası konumuna yükseldi. Daha da fazlası, toplumumuzu oluşturan etnik gruplar arasında bir ayrım ve bunun derinleşmesi de dizinin alt mesajlarından.

PARMAKLIKLAR ARDINDA

Resim

http://www.youtube.com/watch?v=y5DE92Rceb0

Bu dizi için söyleyecek kelime bulamıyorum. Bunu hiçbir arkadaşım bir farklı görünme çabası olarak algılamasın ama benim odamda televizyon yok ve zaten internet başında çok zaman geçirdiğim için televizyon seyredecek vaktim de yok. Bir haber veya belgesel dahi seyretmem. O derece televizyondan uzağım. Ancak aile ile akşam yemeğine oturduğum sırada bakabiliyorum televizyona. Bu dizinin gösterimde olduğu yıllardaydı, yemek sırasında yaşadığım bu tecrübe. Bir gardiyan kadın mahkûmu dizlerinin üzerine çökmeye zorluyor ve fermuarını çözüyor. Bir sonraki sahnede de kadın mahkûm klozet deliğine kusarken görüntüleniyor. Hangi akıl, hangi mantık ve hangi rezil zihniyet bunu “prime time” tabir edilen saatte yayına sokup ailelerin yemek esnasında, çocukları ile seyredebilmesine olanak vermiştir bunu merak ediyorum.

Bunların dışında saymakla bitiremeyeceğim birçok dizi var. İki yabancı kız kardeşin Türkiye’de mezuniyet törenleri sonrası mafya tarafından tecavüz edilerek kötü yola düşürüldüğü bir dizi vardı, araştırıp buraya koymaya bile midem elvermedi. İlk bölümünü seyretmiştim ve çocuk veya çok da genç olmamama rağmen sinir sistemim yıpranmıştı.

Tüm bu diziler ve televizyon programları; mafya, tecavüz, kabadayılık, cinayet ve kadına şiddet konuları ile dolup taşarken ve toplumsal ayrılıklar bu dizilerde ince ince didiklenip önümüze özenle seçilerek sunulurken, bir de kafamızı kaldırıp, en basitinden ülkemize ve dünyaya bakmak lazım.

WHO istatistiklerine göre, adli olarak kayıt altına giren olaylar göz önünde bulundurulunca:

Dünyadaki kadınların %20’si hayatları boyunca ya tecavüze uğramış ya da bir teşebbüsten kurtulmuş. Bu oranın da yarısı kesin olarak bir tecavüz yaşamış.

Tecavüze uğrayan kadınların yarısından çoğu bunu 18 yaşına gelmeden yaşamış.

Dünyadaki tecavüz olaylarının %10’unda kurban erkek çocuklar.

Türkiye’de kadınların %35’i hayatında en az bir kere, %15’i ise düzenli olarak aile içi tecavüz kurbanı.

Evet, haklısınız, ben salak ve gericiyim. Televizyonda bir hapishanedeki tecavüzü insanlara göstersek ne olur, göstermesek ne olur?

Medya bile bağırıp çağırıyor yıllardır, Türkiye’de kadın cinayetleri hızla artıyor diye. Artan sadece kadın cinayetleri mi? Hayır, tüm cinayet oranları inanılmaz bir hızla artıyor.

http://istifhanem.com/2013/03/30/kadincinayetleri/

Yukarıda paylaştığım bağlantıyı kaynak alarak veriyorum bu rakamları; Türkiye’de kadın cinayeti oranı, %2’lerden, 10 yıl içerisinde %34’lere fırlamış gözüküyor (Adliye Bakanlığı rakamları verirken biraz saçmalamış ama yine de ne kadar değişebilir ki oran ?).

Oysa biz saçmalıyoruz, insanlar bir dizi yüzünden de bu kadar sapıtacak değiller ya, ne olur yani diziyi seyreden herkes katil mi oluyor? Cinayete eğilimli birey, o seyrettiklerinin etkisinde bizden çok daha kolay kalabiliyor, sorun da burada. Kaldı ki o televizyon programlarıyla pompalanan tek şey kadına şiddet de değil.

Müzikten bahsettim bu yazının bir bölümünde. O konuda da söylenecek çok şey var. Evet, tabi ki insanların tek düze bir şekilde aynı klasikleri dinlemelerini istemiyorum ama yine de önlerine her seçenek çocuklukta sunulduktan sonra seçim yapmalarını tercih ederim. Klasik müziğin insanlar üzerinde yatıştırıcı etkisi ve caz türlerinin bebekler üzerindeki zeka geliştirici etkisi testlerle kanıtlanmışken, çocuklarımıza bu seçenekleri hiç sunmuyor olmamız nedendir acaba? Hatta rock müzik dünyasının 1970'lerine baktığımızda gördüğümüz başkaldırının ve hümanist değerlere sahip çıkışın yerine bugün rock başlığında yaşanan saldırganlığın ve aşırılığın mantığı nedir? Bizler şanslı bir nesildik. Müzik öğretmenlerimiz, ders aralarında eski klasik rock parçaları ile doldururlardı kulaklarımızı. Birisi bana anlatabilir mi, neden bu neslin kulakları "10 numara bu kız 10 numara", "sevdiğim kız bana abi deyince" ve "tuttu fırlattı kalbimi" ile veya ABD gettolarından siyahi aksanlarla ağza alınmayacak küfürler ile dolduruluyor? Bir mesajı olan şarkı sözleri yüzünden düşünmeye başlamalarından mı korkuyoruz yoksa karışık ritimlere aşina olup da ileride başımıza dert açacak kadar uyanmalarından mı?

Daha da ileri giderek, medya ve televizyonun çocuklarımızı nasıl şekillendirdiği ile ilgili süregelen bazı komplo teorilerine de değinmek istiyorum. Bunlar çok yazıldı ve çizildi zamanında ama ben yine de bir değinmeden geçmeyeceğim. Açıklayabilmek için de oldukça bilinen bir örneği kullanarak alıntı yapmak istiyorum:

DÖVÜŞ KULÜBÜ (FIGHT CLUB)

Resim

Bu ünlü sinema filmi, 25 kare tekniği ile çekilmiş ve bu sayede de izleyicisine ilginç mesajlar vermiştir. Öncelikle daha önce duymamış olanlar için 25 kare tekniğini anlatalım. Bildiğiniz üzere bir video, hızlandırılmış resimlerden ibarettir. Yani bir video kamera, sadece hızlı bir şekilde resimler çeker ve bunları bir biri ardına sıralar. İnsan gözü, art arda sıralanmış 24 resim karesini bir saniye içerisinde görüntülediği takdirde, bu görüntüyü akıcı olarak algılar. Yani insan gözünün enstantane hassasiyeti 1/24 saniyedir. Bu yüzden de, sinema filmleri bir saniyede 24 kare akacak şekilde düzenlenir. Daha fazla kare kullanmanın bir zararı yoktur ancak filmin kaplayacağı şerit veya dijital ortamda disk alanı çoğalacaktır. Burada en ciddi şekilde canımızı sıkacak olan sonuç, bir saniye içinde 24. Kareden sonra yer alacak kareleri gözümüz görse de, korteksimizin algılayamayacağıdır. Biz o bir tek kare yokmuş gibi videoyu izlemeye devam ederiz. Aşağıda size, 25 kare tekniği ile çekilen Dövüş Kulübü filminin başındaki yasal uyarının, saniyenin 1/25’i süre ile gösterilen gizli karesini sunuyorum.

Resim

Eğer bu yazıyı okuyorsanız, bu uyarı sizin içindir. Bu işe yaramaz yazıyı okuduğunuz her saniye hayatınızdan harcanıyor. Yapacak başka işiniz yok mu? Bu anı bu şekilde harcayacak kadar boş bir yaşantınız mı var? Yoksa sizin saygı ve güveniniz ile iktidar iddiasında bulunan her güç karşısında etkileniyor musunuz? Okumanız beklenen her yazıyı okur musunuz? Düşünmeniz söylenen her şeyi düşünür müsünüz? İstemeniz beklenen her şeyi satın alır mısınız? Çıkın dairenizden. Bir karşı cins ile tanışın. Mastürbasyonu ve aşırı alışverişi bırakın. İşinizden ayrılın. Bir kavga başlatın. Yaşadığınızı kanıtlayın. Eğer insan olduğunuzu kanıtlayamazsanız, bir istatistiğe dönüşürsünüz. Uyarıldınız… Tyler.

Bu film boyunca 25. Karelere saklanmış gizli kesitlerden sadece bir tanesi. Bu kesitlerin bazıları sadece espri yüklüyken, bazılarında çıplak erkek vücudu bazılarında da mesajlar gizli. Bu kareleri, biraz internet araştırması ile bulmak mümkün. Ben aşağıda, benim için önemli olan örneği veriyorum. Bu bir gizli 25. Kare de değil aslında, film sırasında apaçık orada duran gerçek. Nasıl bakmadığımızı veya bakıp da görmediğimizi anlatan bir illüzyon.

Resim

Bu sahnede, Narrator, Tyler’ı arıyor ve sonra da telefonu kapatıp onun geri aramasını bekliyor. Oysaki aramayı yaptığı ankesörlü telefona yakın çekim yapan kameradan rahatlıkla görebildiğimiz üzere, telefonun üzerinde koskoca “no calls received.” Yani “dışarıdan arama gelemez.” Yazıyor. İşte dünyadaki çoğu şeye de bu dikkatsizlikle ve kapalı algılarla bakıyoruz.

25. kare ve bunun da dışında sübliminal mesaj teknikleri, bambaşka bir yazının konusu. Bunu da bir başkası yazar ve değerlendirir veya ben başka bir yazıda ele alırım. En azından bir şekilde bu konu üzerinde de yazar, çizer ve tartışırız. Ancak bu yazıyı burada noktalamak istiyorum. Dikkati çekmek istediğim şey, televizyon ve video kültürünün bizi nasıl yönlendirebildiği ve nasıl çocuklarımızı, gençlerimizi istediği gibi şekillendirebildiği. Dövüş Kulübü, bizi bu konuda uyarmak için 25. Karelerin saniyeleri gösterilerek çekilmiş bir film. Acaba başka 25 kare tekniği ile çekilmiş filmlerde, biz farkında bile olmadan bilinçaltımıza neler işleniyor?

http://www.youtube.com/watch?v=jsBvzlqMisw

http://www.youtube.com/watch?v=JE5_c8cAqwc

Bazıları çok açık seçik görülebilirken, bazılarının da zorlama olduğunu kabul ediyorum. Ancak arada zorlama bir şekilde yerleştirilmiş bazı resimler var diye, böyle bir olayı da görmezden gelemeyiz. Peki nedir bu insanların amacı veya daha temelden başlayarak kimdir bunlar? Neden çocuklarımızın, gençlerimizin ve hatta bizim bilinçaltımıza yerleştirmeye çalıştıkları mesajlar var? Neden bizi manipüle etmeye çalışıyorlar? Bizden ne istiyorlar? Dediğim gibi, bu başka bir yazının konusu. Ancak şimdiye dek benim aklıma gelen tek cevap, Zeitgeist komplo teorilerinde Rockefeller’dan geldiği iddia edilen cevap:

Asıl amaç dünyadaki herkese çip takmak.

http://www.dailymotion.com/video/xflzsb ... dU5pmItyMo

Üzerinde daha çok konuşuruz ve belki bu konunun altında belki de başka bir yerde yazar ve çizeriz. Bu konu yıllardır ilgilendiğim ve tüylerimi ürperten bir konu olmasına rağmen, bu forumda da bu konu ile benden çok daha ilgili arkadaşlar mevcut ve daha fazla argümanları olduğundan eminim. Belki onlar ele alır ve konuyu daha detaylı incelerler. Şimdilik söylemek istediğim, birilerinin, bir amaç güderek, televizyon ve medya aracılığı ile bilinçaltımızı yönlendirdiği. “Çözüm ne?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ben 10 senedir televizyonu hayatımdan çıkarttım ve özellikle de internet üzerinden dahi reklam seyretmiyorum. Komplo teorileri gerçek olabilir veya komplo teorileri asıl komploları gizlemek amaçlı olabilir. Hangisi olursa olsun, ben bu teorilerin silahlarını hayatımdan uzak tutuyorum. Sizlere de tavsiye ederim.

Burada televizyon programları ve videolar için anlattıklarım, işin en karmaşık boyutuydu. Kitaplar ve yazılı basındaki manipülasyon çok daha anlaşılabilir düzeyde ve bunu zaten kolaylıkla seçebiliyoruz. Okullarımızda yaşanan facia ve öğrencilerin dimağlarının akıl almaz safsatalarla ve tarihi yansıtmayan yalanlarla dolduruluyor oluşu ise yine başka bir yazının konusu. Umarım onları da burada tartışır ve üzerinde fikir paylaşırız.

Uzun lafın sonu, popüler kültür; medyası, televizyonu, alışveriş alışkanlıkları, tıpkı üretim dünyası gibi hızlı tüketilip unutulan müziği, kitabı ve sinema filmi, bilinçaltı mesajları ve hatta eğitim sistemi içindeki ajanları ile, bizleri sürekli olarak düşünmeksizin tüketmeye yönlendiriyor. Eğer şeytan yaratmak istiyorsanız, tanrı olmadığınız ve yaratıcı güce sahip olmadığınız sürece, var olanı şeytanileştirmeniz gerekecektir. İşte bahsetmek istediğim, "E" for Evil, Generation "E". "Y" jenerasyonu diyerek bugünkü gençliğin başkaldırısını kutluyoruz. Birey olabildikleri için ve zulme dur diyebildikleri için seviniyoruz. Peki ya ileride bir "E" jenerasyonu yetişince, o zaman ne yapmayı planlıyoruz? En azından, bir planımız var mı? Bu dünyada da elimizdeki malzeme insan. Peki acaba bir insanı nasıl şeytana dönüştürürüz? En azından dönüştürmeye çalışanların planı nedir? Veya kimdir bu adamlar?

"Öyleyse," dedi, "beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki; ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." A'raf - 16

Sevgiler.
Jaden.
Sonsuzluktan sonsuzluğu çıkartırsanız, sonuç hayal ettiğiniz herhangi bir şey olabilir. Çünkü tüm sonsuzluklar eşit değildir...
Kullanıcı avatarı
Jaden
 
Mesajlar: 22
Kayıt: 23 Haz 2013 02:45

Re: “E” for Evil, Generation E!

Mesajgönderen SiDRe » 04 Tem 2013 21:42

facebook
twitter
gplus

Benden sana zarar gelmez Jaden :)
"Merhaba"nın anlamı buymuş. Barış anlamına da gelen"selam"la hemen hemen aynı.

Neyse bu fuzuli bilgiden sonra yazınla ilgili olarak öncelikle ellerine sağlık. Pek çok tespitine katılmamak mümkün değil.

Ayrıca aklıma ata kültüyle ilgili ayetleri getirdi bu yazı. Kuran'da da tüm toplumlardaki insanlar peygamberler kendilerine hakkı getirdiklerinde belirli davranışlar konusunda atalarini örnek aldiklari gerekçesiyle elçilere karşı geliyorlar. Onlarca böyle ayet var ama bir tane örnek verecek olursam:

2: 170 Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" dendiğinde: "Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!... 

Ne yazık ki dayatmalardan, zandan, sanıdan, ezberden kurtulmak çok kolay değil, biraz cesaret gerektiriyor. Çünkü bazen herşeyi komple yıkıp yeniden inşa etmek gerekiyor.

Bu arada müzigin bilinç üzerindeki yönlendirici etkisi konusunda haklısın. Özellikle elektronik müziğin pek çok alt türü Şaman ve diğer pagan ayinlerde kullanılan müzikle aynı tempoya sahip ve bilinç değişimine sebep olabiliyor. (Teta dalgaları) Bu bilinç halinin ise yaratıcılığı kamçılamak gibi olumlu yönleri dışında beyin yıkamaya ve yeniden programlamaya en uygun dalga olduğu bilimsel verilere dayanıyor.

Sevgiler
Hayatta insanın varoluş sebebini sorgulamasından ve bulmaya çalışmasından daha önemli ne olabilir?
Kullanıcı avatarı
SiDRe
 
Mesajlar: 437
Kayıt: 23 Haz 2013 01:42

Re: “E” for Evil, Generation E!

Mesajgönderen Michael Sikkofield » 04 Tem 2013 21:55

facebook
twitter
gplus

Bu kadar uzun yazının üzerine psikopatları için şu iki uzun yazıyı da tavsiye ederim. Yazımı ve araştırmaları 2 ayımı almıştı.

http://michaelsikkofield.blogspot.com/2 ... ve_17.html
http://michaelsikkofield.blogspot.com/2 ... _8357.html
"Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak vardır" - İnşirah 6
Kullanıcı avatarı
Michael Sikkofield
 
Mesajlar: 69
Kayıt: 25 Haz 2013 22:21

Re: “E” for Evil, Generation E!

Mesajgönderen lecid » 12 Tem 2013 00:35

facebook
twitter
gplus

Sidre keke, merhaba kelimesinin anlamını belirtmen bence hiç de fuzuli değildi. Çünkü günlük hayatımızda sıkça kullanıyoruz ve ne anlama geldiğini bilmeyen arkadaşlar okuyup öğrendiklerinde belki de bu kelimeyi daha farklı zamanlarda kullanmaya başlayacaklar.

Jaden keke, yazının tamamını okudum (video linkleri hariç), videoları izledim. Güzel ama yüzeysel bir yazı olmuş. Bu tarz bilgileri forumda başlıklar altında incelemen daha iyi olur diye düşünüyorum. Mesela basit dizileri bi kenara koyup daha geniş kitlelere ulaşan çizgifilm, dizi,filmleri detaylı bir şekilde forumun farklı başlıkları altında incelesek bilgi paylaşsak falan. Bi boka da yaramaz aslında bu dakikadan sonra da ne bileyim.
Kullanıcı avatarı
lecid
 
Mesajlar: 9
Kayıt: 11 Tem 2013 23:11


Dön Serbest Kürsü
cron