Antonin Artaud Dosyası

Siyaset, Din ve Felsefe dışında kalan ciddi konularda makaleler, blog yazıları, videolar vb. materyaller paylaşarak fikir alışverişi yapıyoruz

Antonin Artaud Dosyası

Mesajgönderen Rudolf Dayı » 01 Eki 2014 14:37

facebook
twitter
gplus

On Sekiz Saniye

Resim

Gece, sokakta bir kaldırım kenarında, sokak lambasının altında, karalar giyinmiş, sabit bakışlı, bastonuyla oynayan, sol elinde bir saat asılı duran bir adam. İbre saniyeleri gösterir.

Yakın planda saniyeleri gösteren saat.

Saniyeler perdede sonsuz bir yavaşlık içinde ilerler.

On sekizinci saniyede dram sona erecektir.

Perdeye aktarılacak zaman düşünen adamın iç zamanıdır.

Olağan zaman değildir, olağan zaman on sekiz gerçek saniyedir. Perdede izlenecek olaylar adamın hayallerinden oluşacaktır. Senaryonun tüm ilginçliği, betimlenen olayların gerçekte 18 saniyede geçmelerine karşın, betimlemelerinin perdeye yansıtılmasının bir ya da iki saat sürmesidir.

İzleyici, belli bir anda adamın kafasında art arda dizilen imglerin akışını görecektir.

Bu adam bir aktördür. Şöhrete, en azından belirli bir üne erişmek ve çoktandır sevdiği bir kadının aşkını kazanmak üzeredir.

Tuhaf bir hastalığa yakalanmıştır. Düşüncelerini düzenleme yetisini yitirmiştir; usu duruluğunu korumaktadır ama kafasında beliren bir düşünceye dış biçim veremez, yani düşüncelerini gereken devinim ve sözcüklerle anlatamaz olmuştur.

Gerekli sözcükleri bulamaz, biraraya getiremez bir durumda, kafasında dolanan imgeler dizisiyle baş başadır, çelişkili ve birbirleriyle ilişkisiz bir yığın imgeyle.

Bu durum, adamın başkalarının arasına karışmasına ve bir etkinlikte bulunmasına engeldir.

Adamı doktorda görürüz. Kollar kavuşuk, eller dışa kenetlidir. Doktor üzerinde dev gibi görünür. Doktor yargısını verir.

Adamı sokak lambasının altında durumunun ciddiyetini kavramış görürüz. Tanrıya lanet eder, düşünür: Tam da yaşamaya başladığım sırada başıma bunlar geldi! Tam da sevdiğim kadının aşkını kazanacağım sırada, ne kadar da zor vermişti kendisini.

Çok güzel, gizemli, yüzü katı görünüşlü ve içe dönük kadını görürüz.

Şatafatlı ışıklar içinde bir manzara, çiçekler.

Adamın ilenç belirten hareketi.

Ah! Keşke bir başkası olabilseydi! Akşamları gazeteleri satan ama usu bütünüyle yerinde, şu yoksul ve kambur gazete satıcısı olabilseydi, gerçekten uslamlayabilse, düşünebilse sonunda!

Gazete satıcısının sokaktaki kısa görüntüsü. Sonra odasında, sanki yeryüzü kütlesini taşıyormuşçasına kafası elleri arasında. Usu yerindedir gerçekten de. Şu adamın en azından usu yerindedir. Dünyayı ele geçirmeyi düşünür ve bir gün ele geçireceğine inanmakta haklıdır.

Çünkü ZEKÂSINI da kullanır. Varlığının olanaklarını tanımaz, her şeyi elde etmeyi umut eder: aşk, ün, iktidar. Ve beklerken sürdürür çalışmayı ve arayışını.

Gazete satıcısını penceresinin önünde devinirken görür: Kentler ayaklarının altında kımıldamakta ve titremektedir. Yeniden masasındadır. Kitaplarla. Parmağını uzatır. Havada bir yığın kadın. Birbiri üstüne yığılı melekler.

Yalnızca tüm öteki sorunlarının kaynağı temel sorunu çözebilseydi, dünyayı ele geçirmeyi umut edebilirdi...

Sorunu çözümlemese bile temel sorun nedir, nelerden oluşur hiç olmazsa saptayabilse, ortaya koyabilseydi...

Eee! Peki ya kamburu? O zaman kamburunu da aldırtabilirdi belki de.

Kristal bir bilyenin göbeğinde gazete satıcısını görürürüz. Rembrandt tarzı ışıklar. Göbekte ışıklı bir nokta. Bilye bir küreye dönüşür. Küre donuklaşır. Gazete satıcısı ortadan silinir ve bir şeytandan farksız, sırtında kamburuyla küreden çıkar.

İşte kayboldu sorunun peşinde. Dumanlı batakhanelerde görürüz onu, bilinmedik ereklerin düşlendiği toplulukların içinde. Ayinleri anımsatan toplulukların. İnsanlar ateşli söylevler çeker. Kambur bir masada dinlenir. Uyanık bir tavırla başını sallar. Toplulukların içinde bir kadın. Kambur tanır onu: Ta kendisi! diye haykırır: Hey! Tutuklayın onu! Casusluk ediyor, der. Kadın kaçar. Üstüne üşüşüp döverler kamburu, dışarı atarlar.

Ne yaptım? Onu ele verdim, oysa seviyorum onu! türünden sözcükler dökülür ağzından.

Kadını evinde görürüz. Babasının ayakları dibinde: Onu tanıdım. Deli o.

Aramayı sürdürürken daha ilerilere gider. Adamı bir yolda, bastonuyla görürüz. Sonra masasında, kitap karıştırırken, yakın planda bir kitap kapağı görülür: Kabbale. Birden kapı vurulur. Bir sürü adam içeri doluşur. Üstüne atılırlar. Deli gömleği giydirirler: deliler arasına götürülür. Gerçekten delirmiştir. Adamın demirlere saldıran görüntüsü. Temel sorunu bulacağım, diye haykırır, tüm öteki sorunların salkımdan sarkan meyveler gibi bağlı olduğu temel sorunu, ve o zaman:

Ne delilik kalmıştır, ne dünya, ne us, hiç ama hiçbir şey.

Ama bir devrim, hapishaneleri, tımarhaneleri siler süpürür, tımarhanelerin kapıları açılır: kurtulmuştur. Ah sen, gizemli kişi derler ona, bizimsin sen. Hepimizin efendisi, gel. Alçak gönüllülükle hayır, der onlara. Sürüklerler. Kralımız ol, derler, tahta çık. Titreye titreye tahta çıkar.

Geriye çekilirler, onu yalnız bırakırlar.

Bitimsiz sessizlik. Büyülü şaşkınlık. Birdenbire düşünür: Her şeyin efendisiyim, her şeyi elde edebilirim.

Her şeyi ele geçirebilir, evet, her şeyi usundan başka. Usuna bir türlü söz geçiremez.

Ama us dediğin nedir ki? Neden oluşur? İnsan yalnızca bedensel kişiliğine sahip olabilseydi. Tüm olanaklara sahip olmak, her şeyi ellerinle, bedeninle yapabilmek. Bu sırada, kitaplar masaya yığılır. Ve orada uyuyakalır.

Bu zihinsel düşün ortasında yeni bir Düş başlayacaktır.

Evet her şeyi yapabilmek, bir hatip, ressam, aktör olabilmek, evet, ama zaten aktör değil mi? Gerçekten de bir aktördür. İşte, işte kendini kamburuyla sahnede birlikte oynadığı sevgilisinin ayakları dibinde görür. Kamburu sahtedir: takma bir kamburdur. Sevgilisi de gerçek sevgilisi, yaşamdaki sevgilisidir.

Tıklım tıklım, görkemli bir salonda kralı locasında görürüz. Halbuki kral kişiliğini de oynayan kendisidir. Kraldır o, dinler ve kendini aynı zamanda sahnede görür. Kralın kamburu yoktur. Anlamıştır: sahnedeki kambur adam, karısını elinden alan, usunu çalan bir alçaktır, kendinin bir portresidir. Yerinden kalkar ve bağırır: Tutuklayın onu! Karışıklık. Büyük bir telaş. Aktörler ona seslenir. Karısı ona bağırır: Sen değilsin o, artık kamburun yok, seni tanımıyorum. Deli o! Ve aynı anda perdede iki kişiliğin birbiri içinde eridiğini görürüz. Tüm salon sütunları ve avizeleriyle sallanır. Sallantı gittikçe artar. Sallanan artalanda, yine sallanan hayaller geçmektedir, kral, gazete satıcısı, kambur, deli, tımarhane, kalabalıklar ve sonunda kendini yeniden sokak lambasının altında, sol elinde asılı saati, aynı biçimde bastonuyla oynarken bulur.

Hemen hemen on sekiz saniye geçmiştir; bir kere daha acınacak yazgısına dalıp gider, sonra duraksamadan, heyecansız, cebinden bir tabanca çıkarır ve şakağına bir kurşun sıkar.

1949 İlkbaharı

________________________


Gergedan Dergisi “Gerçeküstücülük Özel Sayısı”, Ağustos 1987, s. 49
Resim
Kullanıcı avatarı
Rudolf Dayı
 
Mesajlar: 102
Kayıt: 25 Mar 2014 16:37

Re: Antonin Artaud Dosyası

Mesajgönderen Rudolf Dayı » 01 Eki 2014 14:40

facebook
twitter
gplus

Karanlıklar İçinde, Yahut Sürrealist Blöf

Resim
Jean Dubuffet, Portrait d'Antonin Artaud cheveux epanouis, 1946

Sürrealizm benim için başlı başına yeni bir sihir olmuştur hep. İmgelem ve düş yoluyla da, ruhun içinde saklı duran her şeyin yüzeye çıkması ve bilinçdışında gerçekleşen bu şiddetli özgürleşme, ister istemez görünür olanın boyutlarında, anlamlamanın öneminde ve yaratılmış olanın sembolizminde yoğun dönüşümlere kapı açar. Somut gerçekliğin kabuğu ya da giysisi artık aklın alışıldık devinimleriyle örtüşmez bir hale gelir. Gerçekliğin yerini aşkın ve görünmez olan alır. Bildiğimiz dünya artık birarada duramaz, dağılmaya başlar.

Ancak o zaman illüzyonları ayıklayabilir ve sahte olanı saf dışı bırakabilirsiniz.

Umuyorum ki yaşamlarını ona buna laf atmakla ve boş tehditlerle harcayan bu kifayetsiz gevezeler, hiçbir şeyi devirmeyi beceremeyen bu devrimciler, okült yıkımın taşları altında kalacaklar.

Bu vahşilerin beni de dönüştürmelerinden rahatsızlık duymam doğrusu, hatta buna ihtiyacım var bile diyebilirim. Ama ben en azından ne kadar zayıf ve kirlenmiş bir varlık olduğumun bilincindeyim. Benim arzuladığım hayat çok başka. Ve geriye dönüp baktığımda şimdi asla onların yerinde olmak istemediğimden de eminim.*

Peki bu Sürrealist maceradan geriye ne kaldı? Yıkılan umutlar dışında pek az şey. Öte yandan edebiyat alanına bakarsak, aslında epey bir katkısı olmuştur. Yazıya akıtılan bu öfke, bu iğneleyici tiksinti gayet iyi verim alınabilir bir tutum ve ileriki günler için yararlı olabilecek bir kudrete sahip. Hatta şimdiden edebiyatı arılaştırmış, onu, zihnin öz hakikatine daha da yaklaştırmıştır. Ancak hepsi bu kadar. Edebiyat veya imgeler dışında bir başarıdan, zaferden söz edemeyiz, ki kesinlikle bundan fazlası olmalıydı. Düşleri doğru bir biçimde kullanarak düşüncelere yeni bir yön verilebilir, görünür olana dair yeni bir yaklaşım bulunabilirdi. Psikolojik gerçeklik tüm parazitik ve işe yaramaz fazlalıklarından arındırılmıştı, böylece ona hiç olmadığı kadar yaklaşmıştık. Elbette hayattaydık ve canlıydık fakat belki de gerçekliğin terk edilmesinin yalnızca sanrılara yol açacağı da tinin kanunlarından biridir. Bizler, fiziksel âlemin dar kapsamı içinde eziliyor ve durmaksızın bir oraya bir buraya çekiştirilip duruyoruz. Devrimcileri bu tinsel düzeyi tam manasıyla terk etmeye ve şu “devrim” sözcüğüne faydacı ve pratik bir anlam –toplumsal anlam ki tek geçerli anlamının bu olduğu iddia edilir– atfetmeye iten o dalalet içinde bunu açık seçik gördük, çünkü hiç kimse sözcüklerle aldatılmak istemez. Bu ne kadar da ilginç bir tutum değişikliği, ne kadar tuhaf bir anlayış.

Yalnızca psikolojik anlamda gösterilen bir gelişme: En temel özelliği eylemsizliğe dönüşen böylesi bir tutumun yeterli olacağına inanan var mıdır acaba? Sürrealizmin içkin ruhu Devrime giden bir yoldur. Buna hiç şüphe yok. Ayrıca epey bir Sürrealistin de arkasında durmayı reddettiği ancak yine onların deyişiyle olabilecek en tesirli varış noktasıdır Devrim; peki ama bu Komünizm taraftarlığı geri kalanlara ne kattı ve onlardan neler götürdü? İleriye dönük bir adım atmalarını sağlamadığı kesin. Devrimin temel dayanağı haline getirilen bu ahlaki anlayışı içe dönük kişiliğim nedeniyle asla bir gereklilik olarak görmedim. Benim kendi gerçekliğimin mantıksal ihtiyaçları, her tür maddi gereklilikten önceliklidir. Bana göre tek geçerli mantık da budur; yalnızca duyularımla algılayabildiğim ışınımlar yayan, daha yüce addedilen bir mantık değil. Ne kadar akılcı ve ikna edici olursa olsun, kendimi hiçbir disipline uymak zorunda hissetmedim şimdiye kadar.

Yaşama ve ölüme dair iki veya üç ilkem vardı, ki onlar da tüm kırılgan ittifaklardan daha yücedir benim için. Ve şimdiye dek de hiçbir düşünce yapısıyla karşılaşmadım ki ödünç alınmış olmasın.

Sürrealizm kendi mahirlerinin tutuculukları nedeniyle ölmüştür. Ondan geriye kalanlar ise Sürrealistlerin kendilerinin bile adlandıramadığı melez bir yığın sadece. Biteviye görünürlüğün eşiklerinde takılıp kalmış, bu yaşamda ayakta kalmaktan aciz olan Sürrealizm hâlâ büyük çıkışını yapma, zamana damgasını vurma peşinde. Topyekûn bir şekilde bir yalanın mı, yoksa hakikatin mi (ruhani gibi görünenin hakiki yalanı, dolaysız fakat yok edilebilir gerçeğin sahte hakikati) yanında duracağına karar verecek gücü bile yokken Sürrealizm, gerçekliğin içindeki o bir türlü akıl sır ermeyen, tanımlanamayan ve şimdilerde hadımların eline geçen bir ara boşluğu kovalayıp durmakta. Fakat benim herkesin malumu akli zafiyetim ve ödlekliğim, gerçekliğin ancak dışsal ve hemencecik algılanabilen yönüne sirayet edebilecek ani değişimlerle hiç mi hiç ilgilenmiyor. Dışsal metamorfoz benim düşünceme göre olsa olsa ek bir kazanımdır. Sürrealistlerin toplumsal ve maddi düzleme yönelik beyhude eylem teşebbüsleri, hiç bitmeyen ama nafile hınçları bana göre yararsız ve de basbayağı bir illüzyondan ibaret.

Şu an yaşanan tartışmalar içinde kişisel özgürlüğün diğer tüm zaferlerden çok daha üstün olduğuna inanan tüm özgür insanlar, tüm hakiki devrimcilerin benim safımda olduklarından eminim.

Ya tüm bu söylediklerim nedeniyle alacağım tepkiler karşısındaki çekincelerim?

Bu açıdan iki çeşit ve kesin çekincem var. Daha açık olmak gerekirse bunlar, kendiliğinden yahut değil, herhangi bir eylemdeki abesliği sezebilen köklü bir hissiyata dayanmakta.

Benimki belki de olabilecek en kötümser bakış açısı ancak bazı kötümserlikler vardır ki beraberinde bir berraklık, şeffaflık da getirir. Ümitsizliğin berraklığı, sanki bir uçurum kıyısındaymışçasına gittikçe kızışan duyuların berraklığı. Ve her tür insan faaliyetinin korkunç göreliği ile birlikte, ama her şeye karşın bu bilinçdışı kendiliğindenliktir insanı asıl harekete geçiren.

Ve ayrıca bilinçdışının müphem ve akıl sır ermeyen âleminde de böyledir bu: İşaretler, öngörüler, sezgiler, karşı karşıya gelindiğinde giderek büyüyen ve insan aklını ebediyen kurcalamaya devam edeceği aşikâr apayrı bir yaşam biçimi.

O halde bu konuda hepimizin çekinceleri aslında ortak. Sürrealistler de bu çekincelerin çözümü için eylemden yana gibi görünüyorlar. Ancak ne zaman eylemin gerekliliği açıkça karşılarına dikilse, anında buna vakıf olmadıklarını ilan ediyorlar. Onlar bu düşünce yapıları nedeniyle bu âleme ebediyen yabancı kalmaya mahkûm olacaklar. Ben de öteden beri kendim için aynı şeyi söyleyip durmuyor muyum sanki? Gerçi benim psikolojik ve fizyolojik şartlarımın vahim anormalliği lehime gibi duruyor ama yine de bunu kendi yararlarına kullanmayı öğrenmeleri imkânsız.



*Bu bahsettiğim hayvanilik her ne kadar onları öfkeden kudurtsa da, yine de onların en ayırt edici özelliği. Çabuk hazlara duydukları heves ve bunun için maddesel olana başvurmaları, asli yönelimlerini, yani hepimize göstereceklerine inandığımız muhteşem bir kırılma gücünün sırrını bulmaya yönelik amaçlarını kaybetmelerine neden oldu. Bir kargaşa ruhu hâkim oldu, önemsiz kavgalar yüzünden birbirlerini yemeye başladılar. Dün ben ve Soupault idik tiksinti içinde çekip giden. Bizden önce de Roger Vitrac oldu ki onun ihraç edilişi yapılan ilk kalleşlikti.

Kendi köşelerinden istedikleri kadar havlayıp inkâr ededursunlar, benim bunlara tek cevabım var: Sürrealizm benim için görünmeyenin bir uzantısı, bilinçdışına ulaşmanın bir yoludur. Görünmeyen bilinçdışının hazinelerine bu sayede dokunabilir, tek bir uyaranla dile gelir hale getirebiliriz.

Benim için Ruysbroeck, Martinez Pasqualis ve Böhme bunu kanıtlamaya yeter. Eğer hakikiyse, her tür tinsel eylem icap ettiği takdirde somut bir hale büründürülebilir. Tinin o içsel koşulları! Onlar gerçek eylemin kaya gibi dayanıklı kutsal adanmışlığına da sahiptirler aynı zamanda. Bu ise çaresizce üstü örtülmeye çalışılan sağlam ve tartışmasız bir olgudur.


______________________________________

Kaynak: Antonin Artaud, Selected Writings içinde “In Total Darkness, or The Surrealist Bluff” metninden Nursu Öge tarafından kısaltılarak çevrilmiştir; ed. Susan Sontag (University of California, 1988) s. 142-145.
Resim
Kullanıcı avatarı
Rudolf Dayı
 
Mesajlar: 102
Kayıt: 25 Mar 2014 16:37

Re: Antonin Artaud Dosyası

Mesajgönderen Rudolf Dayı » 01 Eki 2014 14:42

facebook
twitter
gplus

Açık Bir Dilde Manifesto

Resim
Antonin Artaud, Man Ray, 1926

Roger Vitrac için


Eğer ne İyiye ne de Kötüye inanmıyorsam, eğer bastırılamayan bir yok etme arzusuyla yanıp tutuşuyorsam ve eğer hiçbir ilkeyi mantığıma kabul ettiremiyorsam, bunun nedeni bedenimde, etimde saklı.

Yok ediyorum; çünkü bana göre mantık yürüterek elde edilen hiçbir şey güvenilir değildir. Yalnızca iliklerimde hissedebildiğim hadiselere inanırım ben; aklıma hitap edenlere değil. Sinir sisteminde belli kademeler keşfetmeyi başardım. Saf bedenin topraklarında, akıl yoluyla ulaşılması imkânsız bir deneyim yaşadım. Zihin ile yüreğin ezeli çatışması, ta benim etimden başlıyor; ve sinirler de bu çatışma tarlasını sulayan kanallardan başka bir şey değil. Sinirlerimle algıladığım imge, duyuşsal kestirimsizliğin âleminde, yaratının en yüksek formuna dönüşüyor, ve ben, ondan bu niteliği söküp almayı reddediyorum. O nedenle, şeylerin hakiki kıvılcımını barındıran bir kavramın, yaratının sesiyle bana ulaşan bir kavramın doğuşunu izlemeye bırakıyorum kendimi. Aynı zamanda Bilgi anlamına gelmeyen, kendi tözünü ve berraklığını barındırmayan hiçbir imge beni tatmin edemez. Ordan oraya koşturmaktan bitap düşmüş zihnimin tek arzusu, yeni ve mutlak bir çekim alanına kapılmak. Benim için bu, salt Mantıkdışı kanunların geçerli olduğu ve yeni bir Anlam keşfinin zaferiyle taçlanacak yüce bir düzen anlamına geliyor. Bu Anlam, uyuşturucunun yol açtığı kargaşada yok olur ve uykunun tutarsız fantazmalarında derin bir idrak olarak kendini gösterir. Bu Anlam, zihnin kendine karşı zaferidir ve bir mantığa oturtulamaz; oysa ki var olmayı sürdürebileceği tek yer, yine zihnin kendisidir. O başlıbaşına bir düzen, zekâ ve kaos ifadesidir. Yine de o bu kaosu sorgusuz sualsiz kabul etmez; çözümlemeye çalışır ve çözümlediği için de onu yitirir. Bu, Mantıkdışı olanın mantığıdır. Ve tüm diyebileceğimiz de budur. Benim apaçık akıldışılığıma gelince, onun kaostan zerre kadar korkusu yoktur.

Ben burada kesinlikle Aklı terk ettiğimi söylemiyorum. Benim tek yapmak istediğim, zihnimi kendi kanunları ve organlarıyla başka bir yere aktarabilmek. Ben zihnin cinsel mekanizmalarına boyun eğmiyor, aksine, bilinçle keşfedilemeyenleri bu mekanizma içinde tecrit etmeye çalışıyorum. Düş dünyasının ateşleri karşısında ise tam bir teslimiyet içindeyim. Ancak bunun nedeni de onların vasıtasıyla yeni kanunlara ulaşabileceğimi bilmem. Çılgınlık hali benim için, çoğalmaya, ustalığa ve bilgeliğe açılan bir kapı; saçma sapan kehanetlere değil. Ve hiç yanımdan ayırmadığım bir bıçağım var. Düşlerin tam orta yerine saplanan bu bıçağı, hep içimde taşır ve asla bilinç düzeyine çıkmasına izin vermem.

Akıl yoluyla hayal âlemine ait olan bir şeye ulaşılamayacağı için, onun yine o âlem içinde kalması gerekir; aksi takdirde yok olacaktır. Ancak hayallerde de mantığın izlerine rastlanır; bazı hayaller vardır ki, bir tek yine hayallerle dolup taşan bir yaşamda belirginlik kazanırlar.

Zihnin dolaysız taşkınlığında, hayvanlara özgü bir büyüleyicilik ve çeşitlilik var. Bu bilinçsizce uçuşan ve düşünen zerreler, kısıtlayıcı bilincin, mantıklı düşüncenin veya aklın etki alanı dışında, yine kendilerine özgü ilkelerle varlık bulur.

İmgelerin yüce ve coşkulu âleminde, bilgi yanılsaması şöyle dursun, hiçbir şey yanılsama değildir ve en ufak bir hataya bile rastlanmaz. Aslında tam da bu nedenle yaşamın gerçekliğine yeni bir bilgi anlamı aktarılabilir ve aktarılmalıdır da.

Yaşamın hakikati, maddenin dürtüselliğinde gizlidir. İnsan aklı, ezelden beri kavramlarla zehirlenmiştir. Sonunda ait olduğu yerde olduğuna inanması için, ondan mutlu değil, huzurlu olmasını istemeliyiz. Fakat yalnızca Deliler gerçekten huzurlu olabilir.


_____________________________

Metnin kaynağı: Antonin Artaud, Selected Writings içinde “Manifesto in a Clear Language”, ed. Susan Sontag (University of California, 1988) s. 108
Resim
Kullanıcı avatarı
Rudolf Dayı
 
Mesajlar: 102
Kayıt: 25 Mar 2014 16:37

Re: Antonin Artaud Dosyası

Mesajgönderen Rudolf Dayı » 01 Eki 2014 14:45

facebook
twitter
gplus

Çöptür Bütün Yazılar


Aklından geçenlerin bir bölümünü dile getirmeye çalışan şu zıpçıktılar,

domuzdurlar.

Tüm bir edebiyat sahnesi bir domuz ahırıdır, özellikle bugün.
Şu, zihinlerinde referans noktaları bulunanların tümü,
kafalarının belli bir yerinde demek istiyorum,
beyinlerinin iyi lokalize edilmiş bölgelerinde,
şu, diline hâkim olanların tümü,
şu, kendileri için sözcüklerin anlamı olanların tümü,
şu, sözleri anlam taşıyanların tümü,
şu, kendileri için düşünce akımlarının ve ruhun daha üst düzeyleri bulunanların tümü, şu, zamanların ruhunu temsil edenlerin tümü,
ve bu düşünce akımlarını adlandıranlar,
kılı kırk yaran endüstrilerini ve zihinlerinin her yana yaydığı mekanik gıcırdamaları düşünüyorum,

- domuzdurlar.

Şu, kendileri için ancak belli başlı sözcükler ve belli başlı varolma biçimleri bir anlam ifade edenler,
şu, dört dörtlük ve net kimseler,
şu, kendileri açısından duygular sınıflandırılabilir olanlar ve gülünç sınıflandırmalarının kimi noktaları üzerinde tartışmalar yürütenler,
şu, hâlâ “terimler”e inananlar,
şu, çağın kokuşan ideolojilerini irdeleyenler,
şu, karıları pek zekice tartışanlar,
kendiliğinden çok zarif konuşan ve çağın ideolojileri üzerine kafa yoran
hanımefendiler,
şu, aklın bir yönlendirmesine iman edenler,
şu, keçiyollarını izleyenler,
şu, isim düşenler,
şu, kitaplar salık verenler,

- en kötüsüdür domuzların.

Sen değilsin asıl mesele, genç adam!

Hayır, sakallı eleştirmenlerdir benim üzerinde durduğum.

Ve henüz söyledim sana: çalışmalar değil, dil değil, sözcükler değil, hiçbir şey değil.

İyi bir sinirölçerden başka bir şey değil:
Anlaşılmaz bir durma noktası zihinde, her şeyin orta yerindeki doğru.
Ve bu “her şey”i adlandırmamı bekleme, onun kaça ayrıldığından ve ağırlığından söz etmemi sana,
sakın bana onu tartıştırabileceğini düşünmeyesin,
ve tartışırken kendimi unutarak, ayırdına varmaksızın,
bu yüzden başlayacağımı DÜŞÜNME’ye,
-onun aydınlığa kavuşturulacağını sanmayasın,
yaşayacağını,
tüm iyi cilalanmış anlamlarla binlerce sözcükte kendini süsleyip püsleyeceğini,
tüm ayrımlarla,
ve sanma sakın onun çok duyarlı ve içe işleyen düşüncenin tüm nüanslarını açıklayabileceğini, tüm biçimlerini.-
Ah, hiçbir zaman adlandırılamıyor böylesi durumlar, bu seçkin konumları ruhun,
ah, aklın bu molaları,
ah, benim saatlerimin besini bu küçücük başarısızlıklar,
ah, olgularla çalkalanan bu güruh
-hep aynı sözcükleri kullanıyorum ve gerçekten düşüncemde pek ilerlemiş görünmüyorum, ama doğrusu sizden daha ilerideyim,
sakallı eşekler, münasip domuzlar, sahte dünyanın efendileri, portre muşambaları, dizi dizi yazarlar, temel bilgiler, davar yetiştiriciler, böcekbilimciler, benim konuşmama dadanan vebalar.-
Size nâtıkamı yitirdiğimi söyledim, ama hâlâ konuşmakta diretmeniz için bir neden teşkil etmez bu.
On yıl içinde, bugün sizin yapmakta olduğunuz işin aynısını yapacak olanlarca anlaşılacağım yeterince. Sonra gayserim bilinecek, buz ada’m görülecek, zehrimi sulandıran giz öğrenilecek, ifşa olacak ruhumun oyunları benim.
Sonra her tel saçım, aklımın bütün damarları gömülecek kirece,
sonra Ortaçağ hayvan öykülerim algılanacak ve bir şapka olacak gizemli havam benim. Görecekler sonra taşların buharının eklemlerini
ve imgelemimin ağaç biçimli buketleri billurlaşacak sözcüklerde,
sonra göktaşlarının düştüğünü görecekler,
görecekler ipleri,
sonra anlayacaklar bir geometriyi uzaysız, öğrenecekler ne anlama gelir aklın düzeni, ve nasıl aklımı yitirdim, anlayacaklar.
Aklımın neden burada olmadığını anlayacaklar sonra,
görecekler tüm dillerin hızla kuruduğunu, tüm zihinlerin suyunun çekildiğini, ağızlardaki dillerin pörsüdüğünü, insan yüzleri dümdüz olacak ve sanki sıcak hava deliğince soğurulmuş gibi havası kaçacak,
ve bu yağlayıcı zar sürdürecek havada yüzmesini, bu yağlayıcı acımasız zar,
bu iki kat daha yoğun, çokkatlı zarı sayısız yarığın,
bu melankoli ve bu batıcı zar,
ama çok duyarlı, çok kendine özgü,
hem çarpma ve bölmede hem de yarıkların, duyguların, hapların ve zehirli sulamaların bir çakımıyla geri dönmekte çok yetenekli,
sonra tüm bunlar evetlenecek,
ve gerek kalmayacak daha fazla konuşmama benim.





SONUÇ

- Peki, neydi amacı bu radyo konuşmasının, Bay Artaud?

- Öncelikle, resmen onaylanmış ve benimsenmiş belirli toplumsal müstehcenlikleri kınamak:

1. Henüz doğmamış ve bir yüz yıl içinde yahut daha uzun bir zaman sonra doğacak ceninlerin yapay döllenmesi için çocuklar tarafından bağışlanan bu çocuksu sperm boşalımı.

2. Kolomb öncesi Kızılderili kabilelerinin aşağılanmasına yol açan savaşsever eski Amerikan emperyalizminin, Kızılderili kıtasının her noktasını işgal eden bu aynı Amerikan halkında yeniden doğuşunu kınamak.

3.- Çok tuhaf şeyler söylüyorsunuz Bay Artaud.

4.- Evet, tuhaf şeyler söylüyorum,
bizi inandırdıklarının aksine,
Kolomb öncesi Kızılderililerin tuhaf bir biçimde uygar insanlar olduğunu ve gerçekte salt vahşet ilkesine dayalı bir uygarlık biçimini bildiklerini.

5.- Ya vahşetin tam olarak ne anlama geldiğini biliyor musunuz?

6.- Pat diye mi? Hayır, bilmiyorum.

7.- Vahşet, kan sayesinde ve kan akana dek Tanrı’nın, o bilinçsiz insan hayvanlığının
hayvanca rastlantısının kökünü kazımaktır, her nerde görülürse.

8.- İnsan, dizginlenmediğinde, erotik bir hayvandır,
esinli bir ürperti taşır içinde,
bir tür nabız atışı
ki sayısız hayvan üretir:
eski kabilelerin genellikle Tanrı’ya atfettikleri biçimler.
Bu oluşturdu ruh diye bilinen şeyi.
İşte, Amerikan Kızılderililerinden kaynaklanan bu ruh, bugün dünyanın her yerinde, yalnızca
hastalıklı ve bulaşıcı gücünü vurguladığı bilimsellik pozlarıyla kendini yeniden ortaya
koymakta, apaçık durumu ahlaksızlığın, ama yıkımlarla üreyip çoğalan bir ahlaksızlık,
çünkü, isterseniz gülün bana,
mikroplar diye bilinen şey
Tanrı’dır,
ve biliyor musunuz, Amerikalılar ve Ruslar neyi kullanarak yapıyorlar atomlarını?
Tanrı mikroplarını kullanarak.

- Sabukluyorsunuz, Bay Artaud.
Delisiniz.

- Sabuklamıyorum.
Deli değilim.
Size, yeni bir Tanrı düşüncesini yürürlüğe koymak için mikropları yeniden icat ettiklerini
söylüyorum.

Tanrı üretmenin yeni bir yolunu buldular ve mikrobik zehirleyiciliği içinde ele geçirdiler onu.

Bu çivilemektir yüreklere onu,
insanların en sevdikleri yere onu,
sağlıksız cinsellik kisvesi altında,
insanlığı, şimdi yaptığı gibi çıldırtmaktan ve tetanozlamaktan haz duyduğu anlarda edindiği
hastalıklı vahşetin uğursuz görünümüyle.

Evrensel olarak uzaya yaydığı sahte görünümlerle onu boğmak için saflığın ve benimki gibi temiz kalabilmiş bir bilincin ruhunu kullanıyor ve bu yüzden Artaud le Mômo’nun halüsinasyondan yakınan bir kişi görünümüne bürünebiliyor.

- Ne demek istiyorsunuz, Bay Artaud?

- Demek istiyorum ki, ilk ve son olarak, bu maymunun işini bitirmenin yolunu buldum
ve gerçi kimse Tanrı’ya inanmıyorsa da artık, gitgide insana iman etmede herkes.

Demek, insanı iğdiş etmeye karar vermemiz gerekmektedir tam da şimdi.

- Nasıl yani?
Nasıl yani?

Nerden bakılırsa bakılsın, siz bir delisiniz, deli gömleği çoktan hazır bir deli.

- Onu, son kez olmak üzere, anatomisini yeniden oluşturmak için
otopsi masasına yatırarak.
Anatomisini yeniden oluşturmak için, diyorum.
İnsan hasta, çünkü kötü inşa edilmiş.
Çırılçıplak soymaya karar vermeliyiz insanı, onu ölümcül bir biçimde kaşındıran
mikroskobik hayvancığı kazıyıp çıkarmak için,

Tanrı’yı
ve Tanrı’yla birlikte
organlarını.

Çünkü, isterseniz beni bağlayabilirsiniz,
ama bir organdan daha işe yaramaz bir şey yoktur.

Organsız bir beden yaptığınızda onu,
bütün otomatik tepkilerinden kurtarır
ve yeniden inşa edersiniz gerçek özgürlüğü için.

Sonra yine tersyüz dans etmeyi öğreteceksiniz insana
dans salonlarının taşkınlığındaki gibi
ve bu “tersyüz”, asıl yeri olacak onun.

______________________

Çeviri: Erdoğan Kul
Resim
Kullanıcı avatarı
Rudolf Dayı
 
Mesajlar: 102
Kayıt: 25 Mar 2014 16:37

Re: Antonin Artaud Dosyası

Mesajgönderen Rudolf Dayı » 01 Eki 2014 14:47

facebook
twitter
gplus

Sürrealist Araştırmalar Bürosu Faaliyetleri

Resim
Antonin Artaud, Otoportre, 1948

Sürrealist devrim, tüm zihinsel durumlara, her çeşit insan faaliyetine, akıl âleminde vuku bulan her şeye, tüm yerleşik ahlak kurallarına ve zihinsel düzenlerin tamamına uygulanabilir bir olgudur.

Bu, tüm mevcut değerleri değersizleştirmeyi, zihni aşındırmayı, olağan olanı yerle bir etmeyi, dilde mutlak ve ebedi bir muğlaklığı ve başı boş düşünceleri amaç edinen bir devrimdir.

Bu devrim, en eski savunma mekanizmalarını yerinden söküp atana dek mantığı parçalamaya devam etmeyi ve sonunda tüm yetkisini elinden almayı amaçlar.

Onun hedefi daha yoğun ve daha mahir bir düzen doğrultusunda şeyleri hesapsız biçimde yeniden sınıflandırmaktır. Fakat bu da en nihayetinde bir düzendir ve bilinmeyen duyularla algılanabilir ancak... ve bu düzeni algılamanın tek yolu ölüm değildir.

Bizler bu dünya ile aramızdaki tüm bağları parçaladık. Biz, anlaşılmak için değil, yalnızca kendi içimizde, ıstırabımızla kazıp çıkardıklarımızı vahşi hırçınlığımız eşliğinde konuşuyor ve düşünceyi yoldan çıkarıyoruz.

Sürrealist Araştırmalar Bürosu kendini topyekûn yaşamı yeniden sınıflandırma işine adamıştır.

Sürrealizm bütün ve eksiksiz bir felsefedir; hatta tüm felsefenin yerine geçebilecek kadar muktedirdir.

Açıkça ifade etmeliyim ki, burada yeni kurallar ve kaideler getirmek gibi bir niyet söz konusu değil; ancak

1. Sürrealist soruşturma yöntemlerini yine sürrealist düşünce içinde aramak,

2. yön belirten işaretler, keşif vasıtaları ile çeşitli kanallar ve adacıklar tespit etmek şart olmalı.

Belli bir raddeye kadar olmak kaydıyla, kişi Sürrealist bir mistisizmi tanıyabilir ve tanımalıdır da. Bu mistisizm ise, sıradan aklın kendini sakındığı ve elbette zihnin adam akıllı tanımlanmış belirli noktalarıyla doğrudan bir ilişki içinde olmalıdır.

Sürrealizm farklı inançlara tiksinti duyulması gereken düzenlermişçesine yaklaşmaz.

Sürrealizm her şeyden önce bir ruh halidir ve her tür formüle karşıdır. Esas olan kişinin doğru bakış açısına kavuşabilmesidir.

Hiçbir sürrealist şimdide yaşamaz veya aklın gücüne, giyotinine, yargısına, doktorluğuna başvurmaz, dayanak almaz ve ondan uzak kalabilmek için metanetini korur.

Hissettikleri onun bir parçası değildir ve hiçbir düşüncesinin kaynağı olarak kendini görmez. Düşünceler, ona akla uygun bir dünya sunma gayretinde değildir.

Kendi düşüncelerine nail olmak gibi bir umudu yoktur.

Fakat o, her şeye karşın zihnin içine hapsolmuştur ve kendini yine bu zihnin içinden yargılar. Ve onun düşünceleriyle karşılaştırıldığında bu dünyanın bir ehemmiyeti yoktur. Ancak kendinden uzaklaştığı, bir şeyler yitirdiği ve zihnin yeniden, aniden özümlendiği o esnada, cam gibi şeffaf ve düşünen bir canavarın da yavaş yavaş doğrulduğunu görecektir.

İnsan işte bu yüzden bir Kafadan ibarettir; o, mevcudiyete kavuşabilecek yegâne Kafadır. O, içsel özgürlüğü adına; huzur, mükemmellik ve saflığa duyduğu gereksinim adına suratınıza tükürür. Kupkuru bir mantığın boyunduruğunda, uyum adına çağlar boyu süren mahkûmiyetin ellerine teslim edilmiş bir dünya bu. Ve sana sözcüklerden evler inşa etmiş, ahlak kurallarıyla donatılmış sofralar kurmuş böylesi bir dünyada bizi köklerimizden söküp çıkarabilecek ve en nihayetinde coşku içinde patlatacak kudrete sahip olan tek şey Sürreel akıldır.

*

Bu notlar, sözlerimdeki Muğlaklık ile ne kastettiğimin anlaşılmasında fayda sağlayacak ilk örnekler, ki ahmaklar bunları ciddiye alıp yargılarken, bilge olanlar dilsel bir açıdan değerlendirecektir. Ben bunları zihninde belirsizlikler barındıranlar için, dilleri felç geçirip de konuşamayanlar için yazıyorum. Onlar için en azından temel hedeflerine yönelik pek çok işaret var. Burada düşünce yenilmiştir, burada zihin kendi anatomisini ortaya serer. Bu notlar aptalca, ilkel ve ötekinin deyişiyle de “düşüncelerin telaffuz edilişi”dir. Ancak gerçekten zekice tespitler olduklarını da belirtmeliyim.

Sorarım size hangi aklı başında insan, bu yazdıklarımda dilin nasıl mütemadiyen kurcalandığını, eksikliğin yarattığı gerilimi, dolaysızlığın ilmini ve bozuk ifadelerin benimsendiğini fark etmez? Dili hor gören, düşüncelere tüküren notlarda.

Ve düşünce, insan aklına göre inşa edildiği için yapısında pek çok çatlak barındırsa da, bu çatlakların arasından eşsiz bir berraklık, anlama duyulan o sonsuz arzunun ışıltısı fışkırır. Şeylerdeki sapmayı açığa çıkarmaya, inanca duyulan bir arzudur bu.

Tam bu noktada başka tür bir İman doğar.

Ama tüm koprologlar, diline felç inenler ve genel olarak dili, sözü reddedenler, onlar ki düşüncenin paryaları, bana kulak versinler.

Çünkü ben yalnızca onlar adına konuşurum.

Resim
Antonin Artaud’nun defterinden "autoportrait au couteau", 1947

________________________________

Özgün metin: Antonin Artaud, Selected Writings içinde “The Activity of the Surrealist Research Bureau”, ed. Susan Sontag (University of California, 1988) s. 105
Resim
Kullanıcı avatarı
Rudolf Dayı
 
Mesajlar: 102
Kayıt: 25 Mar 2014 16:37

Re: Antonin Artaud Dosyası

Mesajgönderen Rudolf Dayı » 01 Eki 2014 16:53

facebook
twitter
gplus

TIMARHANELERİN BAŞHEKİMLERİNE MEKTUP

Baylar,

Hukuk ve gelenek, sizlere insan aklını değerlendirme hakkı tanıyor. Bu muazzam ve haşmetli yetkiyi muhakeme yeteneklerinizle kullanmanız gerekmektedir. Lütfen gülmeme izin verin. Uygar toplumların, alimlerin ve yöneticilerin bu bönlükleri, psikiyatriye sonsuz bir doğaüstü bilgelik ihsan ediyor. Mesleğinizin konumu önceden karara varmakla ödüllendiriliyor. Burada biliminizin geçerliliğini de, akıl hastalığının varlığına dair şüpheleri de tartışma amacımız yok katiyetle. Fakat, akıl ile maddenin arasındaki karışıklığın at koşturduğu yüz tane afra tafralı patolojik tanıdan, hâlâ kullanıldığı belirsiz yüz tane sınıflandırmadan kaç tanesinde, sizin bir çok esirinizin yaşadığı aklın dünyasına yaklaşmak için içtenlikle çaba gösterilmiştir? Örneğin, sizden kaç kişi bir şizofrenin kendisine dadanmış rüyaları ya da imgelerinin karmakarışık bir kaç kelimesinden yakın?

Çok az kişiye nasip olacak bir görev için sizi eşit bulmamamız şaşırtmıyor. Fakat sizi, darkafalı ya da değil, sadece belirli insanlara verilen bu yetkiyi, araştırmalarını aklın tahakkümünü müebbet hapisle cezalandırmayı tüm coşkunluğumuzla protesto ediyoruz.

Hem de ne hapis! Hepimiz biliyoruz ki –hayır, çoğunluk tarafından bilinmiyor- tımarhaneler, akıl hastaneleri olmaktan uzak, yatanların bedava ve kullanışlı işgücü sağladığı ve vahşetin tek kural olduğu, sizlerin de buna izin verdiğiniz korku dolu hapishaneler. Bilim ve adalet kisvesi altındaki bir tımarhane, kışlalarla, hapishaneyle ya da köle kolonisiyle karşılaştırılabilir ancak.

Keyfe keder mahpusluğa dair bir şüpheyi de dile getirmiyoruz burada. Böylece sizleri telaşlı inkar derdinden korumuş oluruz. Fakat kesinlikle belirtiyoruz ki, resmi tanımla deli diye tanımlanmış olan hastalarınızdan birçoğu keyfe keder içeride tutulmaktadır. Hezeyanın serbest gelişmesine her türlü müdaheleyi protesto ediyoruz. Hezeyan da insana ait diğer tüm fikir ve davranışlar kadar makul ve meşrudur. Anti-sosyal eylemlerin baskı altına alınması prensip olarak kabul edilemez olduğu gibi saçmadır da ayrıca. Çünkü bütün bireysel eylemler anti-sosyaldir. Hepsinden öte, deliler toplumsal diktatörlüğün bireysel kurbanlarıdır. Özellikle insana ait olan bireysellik adına, duyarlılıktan hüküm giymiş tüm bu kişilerin özgürlüğünü talep ediyoruz. Hiçbir kanunun düşünen ve eyleme geçen insanlar kadar güçlü olmadığını sizlere bir kez daha hatırlatırız.

Bir kısım delinin tezahürlerinin muhteşem biçimde coşkulu mizacına değinmeden kendilerini takdir etmiş olamayız. Basitçe belirtmek isteriz ki, onların gerçeklik konsepti de, davranışlarının doğurduğu sonuçlar da tamamen yasaldır.

Yarın sabah turunuzu atarken şunu asla unutmayın: Dillerini bilmeden konuşmayı denediğiniz tüm o insanlara karşı tek avantajınız, kabul edin ki, elinizdeki güçtür. Çünkü -nerede bok kokusu varsa, orada insan vardır.

(La Révolution Surréaliste / Sürrealist Devrim, no.3, 15 Nisan, 1925.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Rudolf Dayı
 
Mesajlar: 102
Kayıt: 25 Mar 2014 16:37

Re: Antonin Artaud Dosyası

Mesajgönderen Rudolf Dayı » 24 Oca 2015 03:12

facebook
twitter
gplus

Hayata Hükmeden Kültür

Resim

Uygarlıktan ve kültürden, hiçbir zaman bugünkü kadar çok bahsedilmemişti – yok olan şey hayatın ta kendisiyken. Bugün yaşadığımız manevi çöküşün tüm belirtilerine damgasını vuran genel yaşamsal çöküş ile, zaten hayatla hiç çakışmamış ve aslında hayata hükmetmek için tasarlanmış olan kültüre gösterdiğimiz ilgi arasında tuhaf bir koşutluk var.

___________________________________________

Antonin Artaud’dan aktaran, T. J. Clark, “The Revolution of Modern Art and the Modern Art of Revolution”
Resim
Kullanıcı avatarı
Rudolf Dayı
 
Mesajlar: 102
Kayıt: 25 Mar 2014 16:37


Dön Serbest Kürsü
cron