Her şeye, her şey dahildir.

Siyaset, Din ve Felsefe dışında kalan ciddi konularda makaleler, blog yazıları, videolar vb. materyaller paylaşarak fikir alışverişi yapıyoruz

Her şeye, her şey dahildir.

Mesajgönderen Jaden » 05 Tem 2013 19:18

facebook
twitter
gplus

Bu sefer de daha yakın olduğum bir konudan bahsetmek istiyorum. En azından terminolojisi ve kuramları ile bana daha yakın ve daha iyi ifade edebileceğimi düşündüğüm bir konu. Yakın zamanda, hatta bu senenin kışı itibarı ile yılların iflah olmaz ateisti Stephen Hawking’in, “Evren’in oluşumu bilimsel gerçekliklere dayanır. Ancak bu hiçbir şekilde bu kuralları koyan ve onları da yaratan bir tanrı olmadığı anlamına gelmez.” şeklindeki açıklaması, inanan cephelerde sevinçle karşılanıp yıllardır tanrı kavramı ile üstü kapalı dalga geçtiği için bu adamı yerden yere vuran insanlar birden bire onun savunucusu konumuna geçerken, inanmayan ve Stephen Hawking’i de yıllardır en sağlam argümanlardan biri olarak kullanan cephede ise inkar ve tevile yol açtı. Sonuçta Hawking “tanrı var” dememişti. “Bilimsel olarak olmasında bir beis yok” anlamına gelen bir şeyler gevelemişti. Halbuki Hawking bir bilim adamı ve rastgele de konuşmaz. Yani böyle bir konuşma yapıyorsa, bunun bir nedeni ve arka planı mevcuttur.

Aşağı yukarı 1990’ların sonundan beri takip ettiğim ve kitaplarını düzenli olarak alıp incelediğim bir bilim adamı Stephen Hawking. Ölçülmüş 160-170 arası bir IQ değeri ile Einstein’ın günümüzdeki yansıması olarak kabul görüyor. Yüksek zeka bir çok özellik ve fayda getirirken, bazen yan etkileri de olabiliyor tabi. Saplantı ve takılıp kalmak bunlardan bir tanesi. Yeri gelmişken belirtmek isterim, bu adamla ilgili bir çok söylenti dolaşıyor. Bazısına göre tek parmağını, bazısına göre üç parmağını oynatıyor ve bu parmaklarla bir klavye yolu ile iletişim kuruyor gibi... İşin aslı şudur, Hawking, 20'li yaşların başında geçirdiği bir rahatsızlık sonucu, boyundan aşağı tüm sinir sistemini kullanılmaz hale getiren ve tadavisi olmayan bir hastalık olan lateral sklerozdan muzdarip ve an itibarı ile ses tellerindeki titreşimler de tespit edilemez olduğu için, boyun kaslarındaki kasılmaları sese çeviren bir cihaz yardımı ile konuşuyor. Ancak son zamanlarda boyun kaslarının da durumunun çok iyi olmaması nedeniyle, çok da fazla açıklama yapamıyor. Bu nedenle de, aynı zamanda öğretim üyesi olduğu Cambridge Üniversitesi, beyin dalgalarını okuyarak sese çevirebilecek bir cihaz üzerinde çalışıyor. Bu konuya açıklık getirdikten sonra (gereksiz olsa da) devam edebiliriz. Stephen Hawking’in yıllardır bir tanrı kavramına şiddetle karşı duruşunun temelini incelersek, kitaplarında da açık olarak belirttiği bir durumu referans aldığını gözlemleyebiliriz. “Evren içeriden yok edilemez. Evren dışa bağımlı değildir.” Ne demek peki bunlar? Kısaca bahsedelim.

İlk önerme zaten kendini açıklıyor. İçinde bulunduğumuz evreni içeriden yok etmek imkan dahilinde değil. Yani teknolojiniz, bombalarınız, silahlarınız ona içeriden bir zarar veremez. İkincisi için ise biraz daha fazla açıklama gerekebilir. Evren dışarı bağımlı değildir sözü, aslında altında fazladan anlam barındırıyor. Bu da Hawking’in söyleminin değişmesinin ilk perdesi olarak görülebilir. 2000’li yılların başında, “kara madde” olarak adlandırılan bir keşif dünyanın yeni gözdesi haline geldi. O yıllara kadar hepimize okullarda bile okutulan “uzay boşluğu” tanımını silip, yerine yepyeni bir bakış açısı getiren bu keşfe göre, uzay bir boşluk değil, aksine maddeden oluşan bir perde. Madde şüphesiz ki yoğunluk olarak çok düşük ancak yine de hiç değil. Peki, bunun anlamı neydi? Bu konuyu anlatabilmek için de öncelikle başka bazı konulara değinmek lazım. Kritik yoğunluk, burada açıklanması gereken ilk kavram. Bugün bilinen teorilere göre, evrenin bir büyük patlama ile başladığını varsayıyoruz ve bu durumda, bu patlamanın ivmesine göre ve Hubble sabiti ile belirtilen hızda homojen bir genişleme olduğunu ön kabul olarak alıyoruz. Bu genişlemenin sonunu ise kritik yoğunluk belirliyor. Şu an yanlış hatırlamıyorsam, kritik yoğunluk evrende metreküp başına 3 hidrojen atomu (hatta daha az olabilir, 2.7 gibi) civarında bir yoğunluktu. Aslında bu yazının geleceği açısından çok da önemli değil o yüzden açıp bakmaya üşendim. Eğer evrenin gerçek yoğunluğu bu kritik yoğunluğun üzerindeyse, o zaman evren zamanla ivmesini kaybedecek ve kütle çekimine karşı koyamayarak geriye doğru çökmeye başlayacaktır. Tıpkı dünyada havaya fırlattığınız bir cismin, dünyanın kütle çekimine karşı koyamayarak geri düşmesi gibi. Tersi durumda ise, ivme kütle çekimden kurtulmaya yeterli gelecek ve evren sürekli genişleyerek sonuçta büyük ihtimalle “büyük donma” veya “ısı ölümü” gibi sonlardan birine yaklaşacaktır. Tıpkı, dünyada havaya fırlattığınız bir cismi, yer çekimini yenebilecek bir ivme ile hızlandırırsanız, atmosferi geçip uzaya doğru süzüleceği gibi.

Kara madde ve kara enerji gibi keşifler neden önemlidir? Çünkü bu keşiflerle ortaya konulan uzayın boşluk olmaması durumu, evrenin yoğunluğu ile ilgili hesapları tümden değiştirmiştir. Zaten dengeye çok yakın olduğu tahmin edilen asıl yoğunluk, kara maddenin hesaplara katılması ile muhtemelen kritik yoğunluğun üzerinde gerçekleşecektir. Bu da, “Büyük Çatırtı” yani evrenin geriye çöküşü ile ilgili teorileri destekler niteliktedir. Evrenin içeri çöküşü ise sonucu tam kestirilememekle birlikte, var olan kozmik değerler ve oluşacak olası enerji göz önünde bulundurulunca muhtemelen bir tekilliğe doğru gidecektir. Tıpkı bir karadelik gibi. Karadelik de, çok büyük ölçekli bir yıldızın içeri çöküşünün ortaya çıkarttığı enerji sayesinde tekilliğe dönüşmesidir. Kısaca tabi… Hawking gibi kozmoloji uzmanları, bu tekilliğin tekrar bir büyük patlamaya yol açacağını ve bu döngünün de sonsuza dek süreceğini öngörmekteler. Sonsuz evren teorileri, bir tanrı olgusunun anlamını kaybettiği teorilerdi. Sonuçta sonsuza dek genişleyen ancak ısısız ve ölü bir evren insanın aklında bir tanrı kavramı çağrıştırmıyordu. Evrenin geri çöküşü ve bir son senaryosu ise tanrı kavramını gündeme getiren bir durum. Yine de, Hawking’in önceki kitaplarında bahsettiği bu bağımsız evren modeli, bir tanrıya ihtiyaç duymamakta. Yani sürekli bir tekilliğe dönüş ve yeniden büyük patlama söz konusuyken, tanrıya da ihtiyaç yok gibi gözüküyor.

Dediğim gibi, yüksek zeka getirisi kadar götürüsü de olan bir özellik. Bizim aklımızın almayacağı denklemleri fiyonk düğüm çözer gibi çözen bu bilim adamı da, nedense bütün hesaplarını bir evrenin içine sıkışıp kalarak yapıyordu. Sanki tüm sonsuzluk bu evrenden ibaretmiş gibi. Yıllardır bekledik, Hawking gibi bilim adamlarının fizik şapkalarını bir kenara koyup, bu evrenin tek olmadığını fark etmelerini. Ancak onlar birer bilim adamı ve bir fiziki kanıt bulmadan, en azından matematiksel ispat olmadan, bu tarz fikirlere de pek açık olmazlar.

Peki, ne değişti de, Hawking tanrıdan bahseder oldu. Matematiksel hesaplamalar sayesinde, evrenimizin 10 boyutlu olduğunu ancak bizim kullanımımız dışında kalan 6 boyutun yeterince gelişmemiz ve atıl durduğunu zaten biliyorduk. Son 5 senede yaşanan gelişmeler ile atom altı dünyada en küçük parçacıkların, bir atom içerisindeki oranı; o atomun güneş sistemine olan oranı kadar küçük parçacıkların, rezonans frekanslarında titreşerek evrende bulunan tüm maddeyi oluşturan teller veya sicimler olduğunu öne sürdüler. Bu teoriye göre, evrenin 11. Boyutu, bu sicimlerin birer fibril bağ gibi mikro kozmos içerisinde uzanmalarına olanak veriyor. Bu sicimler ise yeterli enerji verildiği halde, bir evren kadar büyüyebiliyorlar. Bu durumda, evrenimiz, diğer evrenlerin de sicimleri ile kesişim halinde bulunan bir yapıda bir “multiverse” sistemin bir parçası. (Hoş geldin Fringe!) Aynı dizide anlatıldığı gibi de, farklı birer versiyonumuzun bulunduğu sonsuz evrenden sadece bir tanesi. Sicimlerin birbirleri ile kesişip çarpıştıkları noktalar, yeni olasılıklar, yani yeni evrenler oluşturma kapasitesine sahip. Yine de, 11 boyutlu bu evren teorilerine bakarak, 1- zamanın ötesinde bir boyut daha bulunması (zamandan muaf olunması) ve 2- Bizden çok boyutlu canlılar veya evrenler olması muhtemel. Dolayısıyla, artık bu evrene dışarıdan da bir bakış atmak elzem hale gelmiştir.

İşte bu durum, Hawking’e, “bir tanrı olabilir” şeklinde de algılanabilen o sözleri söyletmiştir. Şimdi size üzerinde düşünecek onlarca yeni sorudan başka bir sonuca ulaşmayan bir keşif daha sundular. Her nasılsa, bazı cevapları da içinde barındırıyor ve metafizik görülen bazı anomalileri şimdiden açıklıyor. Mesela, artık bermuda şeytan üçgeni denildiğinde, aklınıza uzaylılardan önce, manyetik titreşimi çok yüksek bir yumuşak bölge (soft spot) gelebilir ve kaybolan geminin aslında sadece diğer bir evrene geçtiğini anlayabiliriz. Yine çok fazla insanın ağzına sakız olan ve “aynı burası gibiydi ama her şey bulanıktı ve sesler uğultuluydu” diyerek iştahla anlattıkları astral seyahatlerinin, aslında ruhun bedenden ayrılması olmadığını ve sadece diğer evrenlerden birine bir geçiş yaptıklarını anlayabilirsiniz. Neden mi uğultulu ve buğuluydu? Çünkü o evren kendi frekansında titreşen sicimlerle örülü ve bizim evrenimizle aynı notada titreşmiyor. (Dizide Walter Bishop bunları söylerken, kırık dudaklarla gülümsüyorduk, Hey Allah’ım bize neler söyletiyorsun, üstelik bir de teorik fizik başlığında…) Bir çok efsane fenomeni cevaplayabilecek ve hurafeleri yok edebilecek olsa da, aslında cevaptan çok soru getiren bir teori bu M Teorisi. Çünkü tanımı ile bu her şeyin teorisi ve her şeye, her şey dahildir.

Basit bir örnek ele alalım. Başka hayatlar yaşadığını iddia eden veya sahip olmadığı hatıraları anlatıp, sahip olduğu hatıraları hatırlamayan insanları, deli diyerek hastanelere tıkıyoruz. Ya bu insanlar, sadece bir kaza sonucu, diğer bir evrendeki eş izleri ile yer değiştiren talihsiz yansımalardan ibaretlerse? Sadece bir yumuşak bölgede oluşan aşırı bir enerji açığa çıkışı sonucu evren değiştirdilerse? Bu durumda gerçekten de hatırladıkları hatıraları anlatıyorlar ancak o hatıralar bu evrende olmadığı için biz onları deli zannediyoruzdur. Neyse şimdilik uçmayı bırakıp yeryüzüne dönüyorum.

Nihayetinde, bir tanrının varlığını ispat etmese de, gerekliliğini arttıran bir keşif bu son gelişmeler ışığında yaşanan. Yine de, bilimsel gelişmelere dayanarak bir tanrı vardır veya yoktur tartışması yapabilmekten uzağız. Yıllardır süregelen tüm agresif dinci – ateist çatışmalarında olduğu gibi, bilimin tarafı ikisi de değildir. Bu yüzden, ateistler veya yaratılışçılar bilimi kendi taraflarında görerek komik duruma düşmemeliler. Bilim sadece bulduğu teorileri deneylemeye çalışır ve deneyleyebildiklerini de kanun olarak ilan eder. Sadece üzerinde düşünmemiz gereken bir konu bu yeni gelişme. Kalkıp da, “bakın işte düdük makarnaları, hani tanrı yoktu, ne oldu sizin bilim bir tarafınıza mı kaçtı?” şeklinde algılanacak bir durum değil. Zira bilim yıllardır da “bir tanrı yoktur” demiyordu. “Bir tanrıya ihtiyaç yoktur” diyordu. Yine bilim yıllar yılı, evren tesadüfler üzerine kurulmuştur demiyordu. Kısaca, tüm evreni oluşturan 1080 atomun, 1017 civarı saniyede, 2000’e yakın temel yaşam enzimini sağlayacak şekilde (tüm aminoasit kombinasyonları göz önünde bulundurulunca bir tek temel yaşam enziminin rastgele oluşma olasılığı 10120/1 gibi bir hesaba denk geliyor) ve şu anki düzen içerisinde bir araya gelmiş olma olasılığı, aşağı yukarı 1040000/1 olarak hesaplanabilir diyordu. Matematiksel olarak 1040000/1 diye bir sayı yok, şaka bile değil, komik hiç değil. İnanan kesim de yıllardır ateistleri buradan vurmak istedi hep. Genellikle bu rastgele düzene inanan insanların aptal olması gerektiğine vurgu yapıldı çeşitli ortamlarda. Üzücüdür ki, ben bunu televizyonlarda, uzman kisvesi altındaki insanlardan bile dinledim. Oysa kimse size “bu evren oluşurken 1040000/1 ihtimalli bir kumar tuttu da yaşam var oldu” demiyordu. Evren büyük patlama ve büyük çatırtı döngüsü içerisinde, 1040000 kere yeniden oluşmuş olsun ve biz de bu sonuncu evreni yaşıyor olalım. Zaman eğrisi her yeni büyük patlama ile tekrar çizileceğinden hiç biriniz önceki evrenlerden haberdar olamazdınız sanırım. İşte bu 1040000.ci evrende de, bu olasılıklar yanlışlıkla bir araya gelip gerçekleşmiş olsa bunun da farkında olamazdınız. Yani özür diliyorum, bilimsel açıdan tanrı kavramına ulaşmak mümkün ancak “matematik bilmiyor bu salaklar, 10 üzeri kırk bin ne lan oha muhaha” tarzı avam ve basit değil. Kimse de o kadar salak değil.

Demek istediğim, M teorisi, tanrı kavramına doğru bir adımdır. Ancak, “alın olm işte, 11. boyut, siz daha neyin peşindesiniz ateyizler, bunu da açıklayın” kadar da avam ve basit, yine değil. Ben burada verdiği cevapları değil, getirdiği yeni soruları tartışmak taraftarıyım. Özellikle de teorik fizik ve kozmolojiye meraklı arkadaşların üzerine çok yazıp çizebileceğini düşünüyorum.

Sevgiler.
Jaden.
Sonsuzluktan sonsuzluğu çıkartırsanız, sonuç hayal ettiğiniz herhangi bir şey olabilir. Çünkü tüm sonsuzluklar eşit değildir...
Kullanıcı avatarı
Jaden
 
Mesajlar: 22
Kayıt: 23 Haz 2013 02:45

Re: Her şeye, her şey dahildir.

Mesajgönderen Jaden » 05 Tem 2013 19:23

facebook
twitter
gplus

Özür dileyerek, forumdaki yazı tipinin, word ile yazarken kullandığım üslü ifadelere izin vermediğini ancak yazıyı gönderdikten sonra fark edebildim. Buradan da açıklamasını yapmak gereği duydum.

1080 = 10 üzeri seksen
1017 = 10 üzeri 17
1040000 = 10 üzeri 40000
1040000/1 = 10 üzeri 40000 / 1
10120/1 = 10 üzeri 120 / 1
2000 = bildiğiniz 2000
Sonsuzluktan sonsuzluğu çıkartırsanız, sonuç hayal ettiğiniz herhangi bir şey olabilir. Çünkü tüm sonsuzluklar eşit değildir...
Kullanıcı avatarı
Jaden
 
Mesajlar: 22
Kayıt: 23 Haz 2013 02:45

Re: Her şeye, her şey dahildir.

Mesajgönderen Ali Can Erdoğan » 13 Tem 2013 00:31

facebook
twitter
gplus

bütün yazını okudum, ve emin ol 23 yaşıma dek düşünemediğim bazı şeyleri düşündürdün öncelikle bunun için bile teşekkürler..
paralel evrenler konusu hep ilgili çekmiştir, bu konuda önerebileceğin yazılar var mıdır ?
Ali Can Erdoğan
 
Mesajlar: 12
Kayıt: 12 Tem 2013 23:33


Dön Serbest Kürsü
cron