FATİH ŞAHİNTÜRK

Yeni Dünya Düzeni (New World Order), monarşileri yıkmayı, dini inançları yok etmeyi, ulus devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak sosyal düzeni alt üst etmeyi planladığı öne sürülen teori

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 30 Haz 2014 18:21

facebook
twitter
gplus

BEŞİKTAŞ ŞEYH YAHYA EFENDİ DERGAHI
Efendim, Sufi İslam anlayışının dejenere olması ve amacından sapması konusunda, üstelik Osmanlı İmparatorluğu döneminde Judaize olması konusunda Silsile: Sevi’nin Gizli Kurmayları adını verdiğim çalışmada epeyce bilgiyi sizlerle paylaştım…

Osmanlı İmpratorluğu’nun dağılma döneminden itibaren ve Cumhuriyet devrim sürecinde bu isimleri olayları ve fikirleri gücümüzün yettiğince anlatmaya çalıştım…

Önce şunu söylemem gerekiyor: Osmanlı Devletinin en güçlü olduğu dönemde Ulema sınıfı ile Sufistler arasında ciddi bir doktrin savaşı vardır.

Bu savaş daha sonra tarikatlar arası savaşa dönüşmüştür. Taraflar, devletin resmi tarikatı olan Nakşibendilik ile yeniçeri ocağının resmi tarikatı olan liberal Bektaşilik ve Balkanlarda yaygın Melamik tarikatıdır.

Bektaşilik, Sultan Orhan Gazi zamanında Sünni bir tarikat olarak kurulmuştu. Ancak daha sonra doğu’dan gelen Şii-Batini akımların etkisinde kalarak Şiileşmiş, daha sonra da Sabetay Sevi’ye inananların mensup olmasıyla da Judaize edilmiştir.

1826 Yeniçerilik ocağının kaldırılmasında, Sultan II. Mahmud’un Ermeni Lobisiyle yaptığı işbirliği söz konusudur. Süreç sonunda Yahudi Bankerler Çelebi Bahar Karmona ve Yaşeya Acıman idam edilmiştir. Ermeni Lobisinin lideri Darphane genel müdürü Kazaz Artin Bezciyan, Sultan II. Mahmud’un en büyük yardımcısı ve destekçisi olmuştur…

Kamuoyunda Beyaz Türk kaymak tabakanın devam ettiği dergahlar arasında Silsile’de es geçtiğim, ancak önemini yeni fark ettiğim bir dergah vardı:

Beşiktaş Yahya Efendi Dergahı…

http://arsiv.sabah.com.tr/2006/05/14/cp ... 0-102.html

Ertegün’lerin Özbekler Tekkesi, Küçük Hüseyin Efendi’nin Feyziye Dergahı, Hasan Ali Yücel ve Şerafeddin Yaltkaya’nın mensup olduğu Yenikapı Mevlevihanesi kadar dikkat çekiciydi ancak atlamıştım…

Şimdi yazıyorum…

Ancak önce bir düzeltme yapmak istiyorum… Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi ile Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi, farklı kişilerdir, aynı kişiler değildirler… Siz Soner Yalçın’a bakmayın, o sapla samanı, şapla şekeri karıştırmaya bayılır…

Şeyh Yahya Efendi Dergahı’nın yeniden gündeme gelmesi, başka bir beyaz Türk dolandırıcı Halil Bezmen ile gündeme geldi…

Halil Bezmen, devleti dolandırdıktan sonra yurtdışına kaçmış, İkinci hayatım dediği yaşamını Kudüs’ten başlamıştı. Yıllar sonra yeniden yurda döndüğünde Şeyh Yahya Efendi Dergahına intisap etmişti…

http://arsiv.sabah.com.tr/2006/05/14/cp ... 0-102.html

Halil Bezmen’in intisap ettiği, Beyaz Türklerin yoğun bir şekilde rağbet ettiği Yahya Efendi Dergâhı’nın son dönemdeki en popüler şeyhi Hasan Hayri Efendi idi. Osmanlı’nın en kritik devrinde 48 yıl (1872-1920) dergahın postnişini olmuştu.

Kızı Naime Hanım, Hüsnü Nuri Erenli ile evlendi…

Damat Hüsnü Nuri Erenli kim?

Serbülent Bingöl’ün eşi Gönül Erciyeş’in dayısı…

Serbülent Bingöl, 113 Musevi kökenli Türk Vatandaşının kurduğu 500.Yüz yIl Vakfı’nın kurucularından biri…

50 Milyon sermaye ile kurulan ve vergiden muaf 500.Yıl Vakfının kurucuları arasında Eli Acıman, İshak Alaton, David Aseo, Beki L Behar, Fuat Bayramoğlu, Nesim Benbanaste, Selahattin Beyazıt, Serbülent Bingöl, Nezih Demirkent, Yavuz Donat, Nejat Eczacıbaşı, Şerif Egeli, Orhan Eralp, Halil Kemal Gürüz, Yusuf Gerez, Naim Güleryüz, Necdet Kent, Jak Kamhi, Yıldız Kenter, Altemur Kılıç, Coşkun Kırca, Şahabettin Kocatopçu, Sami Kohen, Bernard Nahum, Ahmet Sezai Orkunt, Mithat Perin, Sakıp Sabancı, Tevfik Saraçoğlu, Behçet Türkmen, Ünal Tekinalp, Fuat Süren, Vitali Hakko gibi tanınmış isimler vardı. (19.07.1989 tarihli resmi gazete, Sayı: 20226, s.63).

II. Nihat Erim Hükümeti’nin İmar ve İskân Bakanı idi. Kabinenin Devlet Bakanı ise Ali İhsan Göğüş idi. Diğer Devlet Bakanı ise İlhan Öztrak idi. Hepsinin endogomik bağları Silsile’de deşifredir…

I.Ulusu Hükümetinin Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı idi. Bu hükümette Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı Turgut Özal, Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, Devlet Bakanı İlhan Öztrak, Çalışma Bakanı Turhan Esener, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Şahabettin Kocatopçu, Kültür Bakanı Cihat Baban, Tekel ve Gümrük Bakanı ise Ali Hüsrev Bozer idi.

Ali Hüsrev Bozer’in oğlu Ahmet Bozer, uzun yıllar Coca-Cola’nın Ceo’su olarak görev yapmıştı. Hepsinin Endogomik bağları Silsile’de deşifredir…

Serbülent Bingöl’ün endogomik bağlarına devam… Silsile’den alıntı:

Gazeteci Hasan Cemal, İttihad ve Terakki Cemiyetinin önde gelen liderlerinden Cemal Paşa’nın torunudur.
Hasan Cemal’in teyzesinin oğlu da bir dönem “kafa koparan sunucu” olarak tanıdğımız Yıldo (Yıldırım Benayyat) idi. Yıldo’nun kardeşi Ömer Benayyat’ın kayınpederi ise 12 Mart 1971 muhtırasından sonra kurulan II. Nihat Erim Hükümetinin İmar ve İskân Bakanı, 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra kurulan I.Bülent Ulusu Hükümetinin Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı, 500.Yıl Vakfı kurucularından Serbülent Bingöl idi.

Hasan Cemal’in kız kardeşi Berin Cemal Onar, Kemal Onar’ın eşidir. Kemal Onar-Berin Cemal Onar çiftinin kızları Ayşegül Onar da Ömer Dinçkök’ün ikinci eşiydi.

Şeyh Yahya Efendi Dergahı’nın damadı Hüsnü Nuri Efendi’nin oğlu Müfit Erenli de Reşat Sagay ile bacanak oluyor…

Reşat Sagay kim?

Selanik’li Kenan Rıfai’nin müritlerinden Ekrem Hakkı ve Samiha Ayverdi kardeşlerin halasının kızı Meliha Hanım’ın oğlu…

Milli Eğitim Bakanlarından 1927-1939 CHP Milletvekili Selanik doğumlu Esat Sagay’ın oğlu… Esat Sagay da Kenan Rıfai’nin müritlerinden…

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/kiz-og ... ber-197854

Milli Eğitim Bakanlarından (1930-1932) Esat Sagay’dan sonra Milli Eğitim Bakanı olan isim de Dr. Reşid Galip Bey (1932-1933) idi. Reşid Galip Bey’den Sonra Milli Eğitim Bakanı olan isim de Kıbrıslı Musevi Mühtedi Kamil Paşa’nın torunu Hint tarih Profesörü Yusuf Hikmet Bayur (1933-1934) idi.

Şimdi sorabiliriz: Bizim Milli Eğitim Bakanlığımız kimlerin elinde veya ne kadar "milli" ?

Sorunun cevabını da bu yazıyı okuyanlara bırakıyorum...

Selam ve Dua ile...
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 07 Tem 2014 23:46

facebook
twitter
gplus

RUDOLF VON SEBOTTENDORFF
Tarihin derin dehlizlerinde, herkesin önünde duran ama esrarengiz adamlar vardır… Hep ordadır, merkezdedir ama pek bilinmez, görülmez, dikkat edilmez...

Her ülkenin tarihinde vardır böyle adamlar…

Mesela geçtiğimiz yüzyılın en büyük siyasi hareketi şüphesiz I. Ve II. Dünya Savaşlarıdır…

II. Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939 günü Nazi Alman kuvvetlerinin Polonya’ya girmesiyle başladı.

Kısaca II. Dünya savaşının başlamasına neden olan isim Hitler’di…

Hitler, tombaladan çıkmış bir lider değildi, biraz paranoyak, biraz şizofren ama bir devlet adamıydı. Milyonları peşinden sürükleyecek liderlik vasıfları olan bir megolaman idi…

Hitler’i iktidara getiren THULE adlı bir dernek’ti. Derneği 1919 yılında kuran isim Rodolf Von Sebottendorff isimli bir Alman’dı… Hayatı boyunca birçok takma isim kullanan Sebottendorff’un lakabı ise “esrarengiz baron” idi…

Baron Sebottendorff, en basit tabirle Nazi Alman Derin Devletini kuran isimdi. Üstelik Osmanlı Vatandaşı, mason ve Bektaşi idi… Üstelik tek parti dönemi Dışişleri Bakanlarından Numan Kemal Menemencioğlu’nun kuzeni Namık Kemal Menemencioğlu’nun sahibi olduğu Hermes Yayınları tarafından yayınlanan bir de kitap yazmıştı: “eski Türk Masonlarının Uygulamaları”…

Menemencioğlu ailesi’nin kökleri Jön Türklerin efsane ismi Namık Kemal Bey’e dayanır.

http://www.hermetics.org/Yayinlar8.html

1934 yılında Hitler ile ters düşünce “Hitler Gelmeden Önce” adlı bir kitap yazmış, Hitler için adeta “biz iktidara getirdik, biz adam yaptık” mesajı vermişti… Bu hareketi cezasız kalmadı: Hain olarak suçlandı ve idam edildi…
Sanmayın, resmi olarak idam edildi dendi ancak gizli yollardan Almanya’yı terk etmişti Baron…
Nereye mi kaçtı?

Çok sevdiği İstanbul’a tabi ki…

Hayatının bundan sonraki kısmını İstanbul’da geçiren Baron, Türkiye’deki yakın dostları tarafından korundu…
Kim miydi bu dostlar: Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil Paşa… Nuri Killigil, Gazi Paşa’nın vefatından sonra 1939 yılında Türkiye’ye geldi ve ticarete atıldı. Sütlüce’de kendi adını taşıyan bir silah fabrikası kurdu. II. Dünya Savaşında Alman Büyükelçisi Franz Von Papen ile birlikte Türkiye’yi Almanya’nın yanında savaşa sokmak için çok uğraştı ancak başarılı olamadı. Savaştan sonra ise Ortadoğu’daki gelişmelerle yakından ilgilendi ve Mısır’a illegal yollardan patlayıcı ve silah sattı:

Nuri Paşa’nın (Killigil) Mısır’da silah ve cephane siparişi (tabii ki, Yahudilere karşı kullanılmak üzere) aldıktan ve İstanbul’a dönüşünden iki gün sonra, Sütlüce’de bu işleri yapan fabrikanın infilak etmesi sırasında, çıkan yangının uçak mermilerinin bulunduğu depoya sirayet etmemesi ve İstanbul’u muhtemel bir felaketten kurtarmak için hayatını feda etmesi yanında yirmi yedi Türk öldü. Fabrikada çalışan otuz Yahudinin burunları bile kanamadı. Çünkü olay günü hiç birisi fabrikada değillerdi. (İsrail ve Siyonizm Kıskacında Türkiye, Cemal Anadol, s. 216)

Esrarengiz Baron’a yardım eden diğer bir Türk ise iş adamı Ahmet Veli Menger idi.

Mercedes’in Türkiye Disbritörü Mengerler Oto’nun sahibi Ahmet Veli Menger’in ortağı ise Has ailesinden Kadir Has idi… Birlikte Otomarsan’ı kurmuşlardı.

http://www.avm.com.tr/Content/S/4020?mid=4014

[1967 - Türkiye’ye monte edilmiş araç ithalatının kanunen yasaklanacağını öngören Ahmet Veli Menger, İstanbul’da otobüs ve kamyon imalatına başlamak için bir fabrika kurma yolundaki ilk adımlarını atar. Mercedes Benz firması ile 10 yıla varan görüşmeler sona erer ve Daimler Benz AG ve Has Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. ortaklığı ile “Otomarsan Anonim Şirketi” kurulur. Türkiye'de bir ilk olarak Mercedes-Benz otobüslerinin imalatına başlanır.]

1891 Sibirya doğumlu, ünlü Alman Bosch ve Mercedes (Daimler Benz) markalarının Türkiye Distribütörü ve Mengerler Oto’nun sahibi iş adamı Ahmet Veli Menger’in dünürü Ayşe Hayriye İmre, Talu ailesinden Erdem Talu’nun eşi Betül Talu’nun teyzesiydi. Jön Türklerden Recaizade Mahmut Ekrem Efendi’ye dayanan Talu Ailesinin fertleri, Sosyalist ve sol görüşlü olarak bilinir…

Esrarengiz Baron’a Türkiye’den yardım eden diğer bir isimde iş adamı Remzi Denker idi. Remzi Denker, araştırmacı yazar Halid Özkul Bey’in dayısıdır…

Esrarengiz Baron, 1945 yılında, bilinmeyen bir sebeple, İstanbul’da boğaza atlayarak intihar ediyor, resmi kaynaklara göre…

Sanmayın, bu da yalandır…

Gerçekte Baron, Nazi Almanya’sının mağlup olmasının ardından, yeni bir misyon için ikinci kez öldürülerek yer altına inmişti…

Söz konusu faaliyetler, Komünizmle Mücadele edecek sosyo-kültürel faaliyetlerdi… Yani Kontrgerilla’nn sivil ayağı…
Bu iş için Manevi Cihazlanma Cemiyeti Kurulmuştu… Esrarengiz Baron, hem bu cemiyete çalışacaktı, hem de bu cemiyet tarafından saklanacaktı…

Baron kadar esrarengiz olan bu dernek 1929 yılında ABD’de Moral Re Armament (MRA) adıyla kurulmuştu…
MRA’nın Türkiye örgütlenmesi, ayrı bir yazı konusudur ancak birkaç isim verelim: İstanbul Valisi Fahreddin Kerim Gökay, Mardin ailesinden Ömer Fevzi Mardin, gazeteci Ahmet Emin Yalman, Fener Rum Patriği Athegonaras, Nazım Hikmet’in üvey kardeşi Melda Kalyoncu’nun kuzeni Turgut Sunalp Paşa…

İlginçtir, bu isimlerin hepsi o yıllarda, AB’nin temeli olan Tek Dünya Federasyonu fikrini ve İlahi kökenli üç dinin birleştirilmesini, yani dinler arası dialog’u savunmuştu…

Sonuç olarak Baron’un Türkiye’deki faaliyetleri ve ne zaman öldüğü bilinmemektedir.

1945 yılından sonra Baron hakkında bilinen tek şey, 1956'da İsrail'in Mısır'ı işgal etmesinden 6 ay sonra Adana'ya üç Alman vatandaşının geldiği ve bu kişilerden birinin adı Rudolf Freiherr von Sebottendorff olduğu gerçeğiydi…

Selam ve Dua ile…
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 07 Tem 2014 23:48

facebook
twitter
gplus

RIZA NUR
Dr. Rıza Nur, Osmanlı son dönem ve Cumhuriyet tarihimizin en ilginç kişiliklerinden biridir…

Adını meşhur eden hacimli hatıraları, Kemalizm düşmanlarının adeta baş ucu kitabı olmuştur.

Artık Klasik ve primitif olduğu kabul edilen düşmanımın düşmanı benim dostumdur yaklaşımı, Maalesef, bugün İslam adına hareket eden veya etmeye çalışan veya ettiğini zanneden bazı siyasi gruplar tarafından halen vazgeçilmez taktik olarak kullanılmaktadır.

Halbuki, bu iptidai yaklaşımdan kurtulsalar, meseleler hakkında daha objektif ve geniş çerçeveden yorumlar getirebilecekler ve biraz da olsa fikir planında derinliğe inip, realist politikalara yönelebileceklerdir ama nafile…

Kemalizm karşısında Rıza Nur’u bayrak yapan İslami gruplar, ya Rıza Nur’un Gazi Paşa’dan daha seküler Milliyetçi olduğunu bilmiyorlar veya bu hakikati dile getirmeyerek gizleyerek çok ikiyüzlü bir yaklaşım sergiliyorlar…

1 Kasım 1922 tarihinde kaldırılan Saltanatın, bir hafta evvel Rıza Nur ve arkadaşlarının verdiği önerge sonucu kaldırıldığını bilmeyecek kadar da saflar…

Dr. Rıza Nur, 1879 yılında Sinop’ta doğdu. Temel Eğitimini anti-siyonist Musevi okulu Alliance Israelit Universalle’da tamamladıktan sonra Askeri Tıp okudu. Hemen söyleyeyim, Rıza Nur’un uzmanlık alanı sünnettir.

Osmanlı Devletinin son devrinde hemen hemen her Askeri Rüşdiyeli, Tıbbiyeli ve Mülkiyeli gibi İTC’nin fikirlerinden etkilenen Rıza Nur, 1907 yılında resmen İTC’ye girdi ve II. Meşrutiyetin ardından Sinop Mebusu olarak Osmanlı Mebusan Meclisine girdi.

Ancak başını Enver Paşa’nın çektiği subay kadrosunun siyasetin içinde olmasından, İTC’nin Siyonist Politikalarından ve Germenizm yani Almancılık tavrından rahatsız olarak İTC’den ayrılarak, fikri altyapısı Prens Sabahaddin Bey tarafından oluşturulan Hürriyet ve İtilaf Fırkasına geçti. HİF, İngilizlere yakındı.

Alman-İngiliz rekabetinin bir sonucu olan 23 Ocak 1913 tarihinde gerçekleşen Babıali Baskınından sonra ülkeyi terk eden Rıza Nur, mütareke döneminde yurda döndü.

II. Devre HİF çalışmalarına katılmayan Rıza Nur, kısa bir süre sonra Anadolu’ya geçerek Milli Mücadeleye katıldı.
Milli Mücadele sırasında Sinop milletvekili olarak TBMM’de yer aldı.

1 Kasım 1922 tarihinde Saltanat, Rıza Nur ve arkadaşlarının verdiği önerge üzerine kaldırıldı. Saltanatın kaldırılmasına TBMM’de red oyu veren iki isim 1926’da idam edilen Rıza Nur ve muhalif ikinci gruptan Miralay Selahaddin Bey idi.

Saltanat kaldırılırken Bakanlar Kurulu Başkanı, yani Başbakan Rauf Orbay idi. Saltanat ile Hilafeti birbirinden ayırıp Saltanatı kaldırma fikrini Gazi Paşa’ya veren isim de Ahmet Tevfik (Okday) Paşa idi. (Nutuk, sayfa 334).

Ardından Rıza Nur, Lozan görüşmelerine Baş Murahhas olarak katıldı. Lozan Antlaşmasında imzası bulunan üç isim, İsmet İnönü, Rıza Nur ve Hasan Saka'dır...

Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre evvel, 23 Nisan 1923 tarihinde, tamamına yakını Gazi Paşa’nın seçtiği isimlerden oluşan ve muhalif ikinci grubu dışarıda bırakan mebus seçimleri yapılmasına karar verildi. Rıza Nur, ikinci mecliste yeniden Sinop Mebusu olarak TBMM’de yer aldı.

İkinci Meclis, Cumhuriyetin ilanını, Lozan’ın kabulünü ve Hilafetin kaldırılmasını onayladı. Bütün bu kararlarda Rıza Nur’un “kabul” oyu kullandığını belirtmem gerek...

Şeyh Said isyanı üzerine istifa eden Ali Fethi Okyar Hükümetinden sonra I.İnönü Hükümeti kurulurken Milli Eğitim Bakanı olmak isteyen ancak bu emeline nail olamayan Rıza Nur, Gazi Paşa ve İsmet Paşa ile arası açıldı…

Bu tarihten itibaren muhalif safta yer alan Rıza Nur, 1926 Gazi Paşa suikastı davasından sonra memleketi terk etti ve Fransa’ya yerleşti.

Avrupa’da iken çok tartışmalı Anılarını “Hayat ve Hatıratım” adıyla yazdı ve 1960 yılından sonra yayınlanması kaydıyla British Museum’a bıraktı.

Gazi Paşa’nın vefatının ardından yurda dönen Rıza Nur, bu dönemde Seküler-Ateist Türkçülüğün fikir babası Nihal Atsız ile tanıştı ve onu manevi evladı ilan etti. (İlginç, Türkçü Nihal Atsız’ın oğlu Yağmur Atsız, Komünist oldu. Bu acıya dayanamayan babası kör olmuştu. Nihal Atsız’ın ikinci büyük acısı, herhalde 1969 yılında CKMP kongresinde parti yönetimini Alpaslan Türkeş ve arkadaşlarına kaptırması ve ardından partiden uzaklaştırılmasıydı…)

Dr Rıza Nur, 1942 yılında İstanbul’da vefat etti…

Rıza Nur’un hatıratı, 1968 yılında Altındağ yayıncılık tarafından yayımlandı. Hayali Altındağ yayıncılığın sahibi Tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu idi. Ancak Gazi Paşa’ya ve İsmet Paşa’ya ağır hakaretlerinden dolayı toplatıldı.

Yıllar sonra 1992 yılında yeniden yayınlanan ve toplatılan eser, gelişen internet ortamıyla birlikte, hızla yayıldı…

Ve… Dr. Rıza Nur’un Endogomik bağları…

Rıza Nur, aslında çok hakaret ettiği Gazi Paşa ve İsmet Paşa ile akrabaydı:

Anılarında Kokainman diye bahsettiği Rıza Nur’un eşi İffet Hanım, Şükrü Paşa’nın kızıydı. Şükrü Paşa, Süreyya İlmen Paşa’nın kardeşiydi.

Süreyya Paşa, meşhur Kadıköy Süreyya Sineması, Süreyya Plajı, Süreyya Paşa Devlet Hastanesini kuran isim… Süreyya Sinemasının ilk müdürü de Nazım Hikmet’in babası Mehmet Hikmet Bey idi(1926).

Süreyya İlmen’in oğlu Hayri İlmen, Gazi Paşa’nın Baldızı (Latife Hanım’ın kız kardeşi) Vecihe Hanım ile evliydi… Yani Rıza Nur’un eşi İffet Hanım’in kuzeni Hayri İlmen, Gazi Paşa ile bacanak’tı…

Dahası da var: Hayri İlmen’in biraderi Atıf İlmen de, Ömer Fevzi Mardin’in kız kardeşi Fatma Aliye Mardin ile evliydi…
Hayri İlmen-Vecihe Uşakizade çiftinin oğlu Erdem İlmen ise Mutlu Temelli ile evlendi… Mutlu Hanım, İsmet İnönü’nün kardeşi Hasan Rıza Temelli’nin kızıydı… Yani Hayri İlmen ile İsmet Paşa’nın kardeşi Hasan Rıza Temelli dünür olmuştu…
Erdem İlmen-Mutlu Temelli çiftinin kızları Birgül İlmen de Ömer Aral ile evlendi… Ömer Aral, 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi Emel (Cimcoz) korutürk’ün yeğeniydi…

Diğer cumhurbaşkanlarını da akraba yapmadan yazımı bitiriyorum…

Selam ve Dua ile…
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 11 Tem 2014 17:23

facebook
twitter
gplus

KAYA ÇİLİNGİROĞLU
Semavi kökenli üç büyük dinin ortak noktalarından (belki de en belirgin noktası) biri de Kıyamet ve Mehdiyet inancıdır.

İbrani inancına göre, Armegedon Savaşını kazanılacak ve yeniden Büyük Süleyman Krallığını kurulacaktır. Siyonist İbrani inancına göre bu olay, Mehdi gelince olacaktır.

Hristiyan inancına göre, Mesih Hz. İsa gelecek ve Hristiyanların başına geçecektir… Ve kafirlerle savaşıp kazanacaktır.

İslam inancına göre, Mehdi (As) gelecek, Deccal ile mücadele edecek, Hz. İsa yeryüzüne inecek, Mehdi (As) görevi Hz. İsa’ya devredecek, Şirke bulaşmamış Müslüman İseviler Müslümanlarla birleşip Hz. İsa liderliğinde Deccal (Anti-Christ) ve Yahudilere karşı galip gelecek, ondan sonra da kıyamet kopacaktır…

Burada iki dikkat çeken iki husus var: Birincisi, bizim inancımızda Deccal dediğimiz karakterin İsrailoğulları için kurtarıcı Mehdi’ye tekabül etmesi… (Not: Rivayet edilen hadislerde Deccal’in en büyük belirtisi alnında Arapça Kef, Fe ve Ra harflerinin bulunması yani alnında “kafir” yazması… Siyonist İbranilerin beklediği Mehdi’nin en büyük özelliği ise alnında kutsal olarak kabul ettikleri kurumun baş harflerinin (CFR- Council Of Foreign Relations- Dış İlişkiler Konseyi) yazılı olmasıdır… CFR ile KFR arasındaki benzerlik ilginç…)

http://www.cfr.org/

http://turktarihivegercekler.blogcu.com ... i/19280989

İkinci husus, İbrani asıllı WASP kökenli Protestanlarıın yarı uhrevi, yari dünyevi ideolojisi olan Evangelizm’in toplumu Deccaliyet fikrine hazırlama çalışmalarıdır… Diğer bir deyişle, İbrani inancına göre, “Mesih” (onlara göre Mesih, aslında Deccal), çok günah olan bir ortamda gelecek… Bunun için Mesihin geliş sürecini hızlandırmak için bütün heterodoks günahların yeryüzünü doldurması gerekir ki, Mesih gelsin bu durumdan bütün İbranileri kurtarsın ve Hz. Süleyman Krallığı kurulsun…

İşte bu misyonu ABD’de NEO-CON’larında çekirdeği olan Evangelistler (Yahudileşmiş Siyonist Hristiyanlar-CFR’yi idare eden 13 Yahudi’nin de inancı) yapıyor… Toplumda ne kadar uç noktada temsil edilen günah varsa (Porno, Eşcinsellik, Nekrofili, Ensest İlişkiler, Kumar, İçki, satanizm, seküler felsefeler, paganizm, büyücülük vs… ) bu kesim tarafından idare ve finanse ediliyor...

Kısaca günah seviyesinin artırılarak Deccal’in geliş sürecini hızlandırma diyebiliriz… Çünkü bu ortamın oluştuğu Sosyal Cemiyet, Deccal’in gelişi için ön şarttır…

Tabi bu durumun oluşması için ilk bozulması gereken kurum ailedir… Boşanma oranlarının bu kadar artmasının, AB’de en çok satılan hapların Doğum Kontrol Hapları olmasının ve ABD’de en çok kazanan Jinekolog ve Kürtaj doktorlarının bir de bu açıdan değerlendirilmesi gerekir…

Tabi, Türkiye’de de bu fikriyatın sistemli bir biçimde yaygınlaştırılmaya çalışıldığını da söylemem gerekir...

Özellikle kimin eli kimin cebinde belli olmayan Pembe diziler, aşk, entrika, ihanet üçgeninde gelişen dizilere ve magazin programlarına bir de bu gözle bakmak gerekir...

Özellikle bayanların ve çocukların yoğun bir ilgi duyduğu müzik kliplerinde, filmlerde ve dizilerde “Sex” kurumunun merkeze alan subliminal mesajlar, hiç eksik kalmıyor… Bunun en tipik örneğini yakın zamanda medyada gördük...

http://www.internethaber.com/unlu-dizid ... 95467h.htm

Türkiye de Deccaliyet fikrine esas olan bu günahı sıradanlaştırma ve yaygınlaştırma misyonunu, benim tabirimle, Türk Evangelistler yapıyor.

Kim mi bunlar?

Posta Gazetesinin ikinci sayfasındaki Beyaz Türkler ailelerin cemiyet yaşamlarına bakabilirsiniz… İzlerini göreceksiniz...

Günü geçmiyor, biri, biriyle evleniyor ve çok geçmeden boşanıyor… Aralarındaki evlilikler adeta süreli bir beraberliği andırıyor… Öyle ki, evlendikleri gün, ne zaman boşanacaklar söylentileri çıkıyor, kesin boşanacakları tahmin ediliyor çünkü… Tek gecelik birliktelik bile bu kesimin sık kullandığı bir tabirdir.

Son zamanlarda cemiyet hayatındaki ünlülerin, mankenlerin, jet sosyetenin, sanatçıların ne kadar sık evlenip boşandıklarını bir gözden geçirin…

“Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz” sözü hikmetince, bu kesimin mensupları, genç yaştan itibaren bu tarzı hayat, hayatları boyunca devam ediyor hayat felsefeleriyle bilerek veya bilmeyerek Deccaliyet fikrini hızlandırıyorlar…

http://www.internethaber.com/fakirler-o ... -84522.htm

Bugün haber sitelerini takip edenler, bu boşanma haberlerine bir yenisi daha eklendiğini gördü…

Hülya Avşar’ın ex-Kocası Kaya Çilingiroğlu, 5 yıllık eşi Feraye Tanyolaç’tan boşandığı haberi, bugün medyada yer aldı…

http://www.internethaber.com/kaya-cilin ... 688-p1.htm

Hülya Avşar’ın, Ulya Avisar, etnik kökleri konusunda Yalçın Küçük ve Benim tespitlerim, daha önce sosyal medyada yer almıştı…

http://www.yazete.com/genc-kalemler/fat ... rman/2536/

Bu çiftin, Kaya Çilingiroğlu ve Hülya Avşar, evliyken birbirlerini defalarca aldattığını, boşandıktan sonra da defalarca evlenip boşanacağını tahmin edebiliriz… Aile kurumunun yıkılması gerekiyor… Şarttır...

Kaya Çilingiroğlu’nun endogik bağları, ilk defa bu yazıda deşifredir…

Elbette Silsile: Sevi’nin Gizli Kurmayları’nın yeni baskısında olacak…

Şimdi Paylaşıyorum:

a) Kaya Çiligiroğlu, aynı adı taşıyan Prof.Dr. Kaya Çilingiroğlu’nun oğludur.
b) Zinnur Taneri, oğul Kaya Çilingiroğlu’nun teyzesidir.
c) Zinnur Taneri, Uğur Birand ile evlidir. Yani Uğur Birand, Kaya Çilingiroğlu’nun eniştesidir.
d) Uğur Birand’ın dedesi, İnegöllüzade Hacı Saffet Eriş’tir.
e) İnegöllüzade Hacı Saffet Eriş, 3.Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın eşi Reşide Bayar’ın amcasıdır…

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsD ... ewsId=8047

Silsile’den uzun bir alıntı ile yazımı bitiriyorum:

22 Mayıs 1950 tarihinde, Bursa Alliance Israelit Universalle mezunu, devrim yıllarında Ay-Yıldızlı Türk Bayrağını gericiliğin ve şarklılığın sembolü olarak gören ve Halk Fırkasının altı Ok’unu devletin resmi bayrağı yapmak isteyen ve “Atatürk’ü sevmek milli bir ibadettir” diyecek kadar Kemalist olan, Türkiye İş Bankası kurucularından ve hissedarlarından ve ilk genel müdürü olan, Papa 23. Roncalli’nin yakın dostu Mahmut Celal Bayar, Türkiye Cumhuriyeti üçüncü Cumhurbaşkanı oldu.

Aynı gün Adnan Menderes Başkanlığında I.Menderes Hükümeti kuruldu.

Türkiye İş Bankası, Milli Mücadele döneminde Hindistanlı Müslümanların Gazi Paşa’ya gönderdikleri 250 Bin lira yardım ile kurulmuştu.
Tanınmış Kurucu ve Hissedarlarından bazıları şunlardı: Siirt Milletvekili Mahmut (Soydan), Gazi Paşa’nın eşi Latife Hanım’ın babası Uşakizade Muammer Bey, Trabzon Mebusu Hasan (Saka), Kavalalı İbrahim Paşa’nın oğlu Hüseyin Bey, İnegöllüzade Refet Efendi, İzmir Valisi Rahmi Bey, Gazi Paşa’nın yaverlerinden Salih Bozok, Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu Yunus Nadi, Tesal’ların dünürü Nuri Conker, Altemur Kılıç’ın babası Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali… Kılıç Ali ölünce ortaklık oğlu Altemur Kılıç’a geçti.

Türkiye İş Bankasının hissedarı ve ilk genel müdürü Celal Bayar, kuruculardan İnegöllüzade Refet Efendi’nin damadıydı.

İnegöllüzade Refet Efendi’nin yeğeni Hacı Muammer Eriş de Celal Bayar’dan sonra bankanın genel müdürü olmuştu. Aynı zamanda CHP Ankara (1935-1950) milletvekili olan Hacı Muammer Eriş’in kız kardeşi Mukaddes Eriş, Mehmet Süheyp Türe evliydi. Bursa Mevlevi Şeyhi Şemseddin Efendi’nin damadı olan Mehmet Süheyp Türe, Ali Kemal Bey’i linç ettiren Sakallı Nurettin (Konyar) Paşa’nın bacanağıydı. Mehmet Süheyp Türe’nin dünürü Abdülbaki Baykara da Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhiydi.

Selam ve Dua İle
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 22 Tem 2014 15:24

facebook
twitter
gplus

KENAN RIFAİ VE CEMANUR SARGUT
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından her yıl Ramazan ayı boyunca düzenlenen Beyazıt Kitap Fuarı, Kadir Gecesine kadar devam edecek. Şimdiye kadar uğramayanların, en kısa zamanda uğramasını tavsiye ederim…

Geçen Pazar, imza günü için bende tüm gün boyunca fuardaydım…

Fuar boyunca sadece bir defa hareketlilik oldu…

Cemalnur Sargut Hanım fuara girdiği anda…

Cemalnur Hanım, her zamanki gülümsemesi, olağanüstü kibarlığı ve nazik tavırlarıyla, insanı büyüleyen ses tonuyla standına geçti ve sevenleri için kitaplarını imzalamaya başladı…

Bense, önünde kitap imzalamak için sırada bekleyen çarşaflı, türbanlı, tesettürlü hanımları görünce irkildim…
“Din bunların eline kalmış” demekten de kendimi alamadım…

http://www.yazete.com/genc-kalemler/fat ... lari/4111/
Daha önce yine bu köşede yayınlanan Cemalnur Sargut ve şeyhi Kenan Rıfai hakkında yazdığım bir hakikati yeniden tekrarlamak istiyorum:

Maalesef Sufi İslam anlayışı, fikirleri ve bazı tarikatlar, ülkemizde, dini inancı pekiştirmek, imanı derinleştirmek için değil, adeta sömürülmek, uyutmak ve kitap satmak için, sosyolojik manevi morfin olarak kullanılıyor…

Cemalnur Sargut, İskender Ali Mihr, Adnan Oktar gibi islamın özüyle hiçbir alakası olmayan, sırf nefslerine uygun olarak yorumladıkları İslam anlayışıyla insanlar, islamın sadece bir yönüyle kanalize ediliyor… Bu şekilde yarı alaturka yarı alafranga bir İslam anlayışıyla toplum İslam noktasında her zaman kabukta kalıyor, özüne inemiyor ve en kötüsü de sorgulayamıyor…

Çünkü bu akımlar liderlerini, adeta yarı uhrevi bir varlık olarak insanlara tanıtıyor… Onun hata yapmayacağına inanan insanlarda maalesef bu şekilde gizli şirk ile günaha girmiş oluyor… Kaş yaparken göz çıkartılıyor…

Mesela Kur’an-ı Kerim ortada apaçık yüzyıllardır dururken, Nur Suresi 31. Ayet tesettür hakkında gayet açık bir şekilde nazil olmuş iken Cemalnur Sargut’un bağlı bulunduğu Rıfailik Tarikatı mensuplarının hiçbirinin tesettürlü olmadığını, başlarının açık olduğunu kimse sorgulamıyor…

Cemalnur Sargut hanımında aynı durumda olduğunu hatırlatmak istiyorum…

Cemalnur Sargut Hanım’ın tesettür hakkındaki yorumu:

“Tesettür hakkındaki düşüncelerim: Maddi, manevi ve ahlaki tesettürü uygulayan veya uygulamayan herkese hürmetim olduğunu söylemek istiyorum. Kuran’da yorumu o devrin din âlimlerine bırakılmış ayetlerle, üzerinde yorum yapılamayacak kat’ i emirler vardır. Demek ki devrin an’ane, gelenek ve yapısı insanların tesettür anlayışı üzerine değişiklikler yapabilir. Ama insanlar kendilerini nasıl rahat ve huzurlu hissediyorlarsa öyle giyinmeliler ve her şeye rağmen ahlaki değerlerini kaybetmemeliler. Ama en büyük tesettür kötü huyları örtmektir. Allah onu herkese nasip etsin.

http://www.cemalnur.org/

Diyor ki Cemalnur Hanım: “O devrin âlimleri adet ve geleneklerine göre öyle yorumlamışlar, öyle yapmışlar. Bugün değişiklikler yapılabilir. İnsanlar ahlaki değerlerini kaybetmediği sürece istediği gibi giyinebilir… ”

Peki, ahlak kavramının ölçüsü ne? Standart ve ideal ahlak nerde başlıyor, nerede bitiyor?

Dizinin hemen altında etek giyen bir genç kız ahlaklı mıdır? Veya dizinin biraz üstünde etek giyen genç kız ahlaksız mıdır?

Veya Ahlak normlarını belirleyen cemiyet hayatının bugün ahlaki bir kriteri yarın reddetmesi durumunda, bugünün esaslarını mı kriter almalıyız, yoksa “devir değişti, dün ahlaki sayılan şey artık bugün ahlaki sayılmıyor” deyip yeni ahlaksız durumu ahlaki norm olarak benimseyecek miyiz?

Cemalnur Hanım’a bir soru daha: Yarın bir gün bikini günlük kıyafet olsa, kısa şortla gezen bir kız çocuğu bikini esas alındığında ahlaklı ve tesettürlü mü sayılacak? Öyle ya, o zamanın alimleri Kur’an-ı Kerim’i öyle yorumlamış olabilir…
Kısaca atış serbest… Herkes kafasına göre din yorumlayabilir ama dini hayat yaşayamaz… Sistem bu…
Geçelim…

Cemalnur Hanım’ın mürşidi Kenan Rıfai ve Rıfailik Hakkında birkaç hususu yenilemek gerekiyor…

Hem eleştirilere cevap vermek hem de insanları din ile nereye davet ettiklerini göstermek açısından…

Mesela Selanik doğumlu Kenan Rıfai’nin Filibe Alliance Israelit Universalle mezunu ve Mekteb-i Sultani, yani Galatasaray Lisesi mezunu olduğu neden sorgulanmaz? (Kenan Rifai, Sohbetler, C.1., İstanbul: Hülbe, 1991, s .217-218.)
Bir ehli tarikat liderin anti-siyonist Musevi misyoner okulunda ne işi var?

Veya kendi ölümünden sonra karısı (ayrıca Damadının kız kardeşi Semiha Cemal Hanım) nasıl postnişin oluyor?

Şeyhliğin kadından kadına (Semiha Cemal Hanım’ın 1936 yılındaki ölümünden sonra Samiha Ayverdi postnişin oldu) geçtiği bir tarikat nasıl oluyor? Üstelik kadınların hepsi tesettürsüz…

Kenan Rıfai anadili gibi İbranice, Fransızca ve Rumca biliyor…

Takım elbiseyle, top sakalla, fularla dolaşıyordu… Klasik bir tarikat lideri imajına uygun olmayan bir imaj… Fransız ekolünden yani… Ne de olsa Galatasaray mezunu…

Ek not: Kenan Rıfai Cumhuriyet devrimleri sırasında Fatih’teki Ümmü Kenan (Altay) dergahı kapandıktan sonra sohbetleri ev sohbetleri şeklinde sürdürdü… Sanmayın takiyye yapıyordu… Kemalizmi ve laikliği benimsemişti… Dolayısıyla devrimleri tüm kalbiyle benimsemişti…

Nasıl benimsemesin…

1930-1932 yıllarında Milli Eğitim Bakanı olan Esat Sagay, müritlerindendi…

Üstelik akrabaydı: Esat Sagay Ekrem Hakkı ve Samiha Ayverdi kardeşlerin halası Halide Hanım’ın kızı Meliha Ayverdi hanım’ın da eşiydi. Samiha Ayverdi’nin dayısı Cemal Bey’in kızı Semiha Cemal Kenan Rıfai’nin eşiydi.

Semiha Cemal Hanım’ın ağabeyi doktor Ziya Cemal Bey de Kenan Rıfai’nin damadıydı…

47 yıl Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü ve Fevziye Mektepleri Yönetim Kurulu Başkanlığı yapan İsmet Binark da Kenan Rıfai’nin müdavimlerindendi.

(Feyziye Mektepleri ve Şişli Terakki Lisesi, başka bir yazı konusudur, dolayısyla girmiyorum…)

İsmet Binark’ın, 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrası kurucu meclis üyesi, 1962-1963 yılları arasında İTÜ Rektörü, Feyziye Mektepleri Vakfı yönetim kurulu başkanı profesör kardeşi Hikmet Binark’ın eşi Nermidil Erner Binark da, Şakir Paşa’nın torunu, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç’ın yeğeniydi.

Kenan Rıfai’nin müridi Nezihe Araz’ın babası Rıfat Araz, Tek parti döneminin CHP Ankara (1927-1943) milletvekiliydi. Tabi ki akrabalık vardı: Nezihe Araz’ın kız kardeşi Vecihe Araz Büyükaksoy, Kenan Rıfai’nin torunu -Doktor Ziya Cemal Bey’in oğlu- Cemil Büyükaksoy’un eşiydi.

2009 yılından beri Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi olan Kenan Gürsoy’un da, Kenan Rıfai’nin torunu olduğunu hatırlatalım. Kenan Gürsoy’un amcası Mehmet Rıfat Gürsoy da CHP 1943-1950 Niğde milletvekiliydi…

http://www.milliyet.com.tr/Guncel/Haber ... 9&b=Gercek\%20bir\%20dindar\%20her\%20seyi\%20sorgular&ver=62

Judaik oligarşiyi hep solda aramak yanıltıcı olur. Biraz da sağa bakalım…

Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın kuzeni Erol Akçal, Samiha Ayverdi’nin torunu Gülşah Uluant ile evliydi… Erol Akçal da AP’den milletvekili ve bakandı… Erol Akçal’ın babası İzzet Akçal da 1950-1960 DP Rize milletvekiliydi.

Mesut Yılmaz’ın eşi Berna Müren Yılmaz da Şişli Terakki Lisesi mezunudur…

Ve başka hiçbir yerde bulamayacağınız son bir ek bilgiyle yazımı bitiriyorum…

Kenan Rıfai’nin ilk eşi Güzide Hanım’ın dayısı Ali Rana Tarhan, 1927-1946 CHP Samsun milletvekiliydi. Ali Rana Tarhan’ın kızı Ferhan Nezahat Tarhan, Prof. Dr. Bedii Feyzioğlu ile evliydi. Bedii Feyzioğlu, Kazım Karabekir’in damadı Feyzi Necmeddin Feyzioğlu’nun kardeşiydi…

Kazım Karabekir, 1939-1946 CHP milletvekiliydi…

Bu yazıyı kafa karıştırmak amacıyla değil, biraz kafa açmak amacıyla yazdım… Ola ki, düşünürsünüz…

Selam ve Dua ile…
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 03 Ağu 2014 17:50

facebook
twitter
gplus

MRA 1
Bugün İsrail terör Devletinin Filistin Soykırımının 15. Günü…

Ölen İsrael’li asker sayısı 50’yi aştı… İsrail tarafı yalanlasa da 1 İsrael askeri esir alındı.

Bu esir alınan İsrael askeri, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da sevinçle karşılandı. Çünkü o esir İsrael askeri, muhtemelen, yüzlerce Filistin’li mahkûmun özgür kalmasına vesile olacak…

Her zaman olduğu gibi dünya bu katliama sessiz kalırken, birkaç STK dışında TÜRKİYE’den de pek ses çıkmadı.

Kendi ülkelerindeki İsrael Büyükelçiliklerini kapatan Şili ve Venezuela’yı tebrik etmek istiyorum…

Başta S.Arabistan, Mısır, İran ve diğer Müslüman ülkeleri de kınıyorum…

Bu sefer bizi üzen diğer bir meselede bir partinin arka bahçesi ve gençlik örgütü olan bir STK’nın, olayın özünden koparak adeta “amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek” ve “öküz altında buzağı aramak” kabilinden bir yaklaşımla, İsrael zulmüne karşı gerçekleşen gösterilerde kendi ideoloji, parti ve liderlerinin pazarlamasını ve reklamını yapması, aynı kesimin sosyal medyada yine İsrael zulmüne odaklanmak yerine CHP ideolojisinin peşine düşerek “iktidar partisine nasıl saldırırım, hükümeti nasıl eleştirebilirim” derdine düşmesi…

İslamcı geçinen bu grup, bu hareketleri artık son zamanlarda sık sık yapmaya başladı, uyarıyorum… Kendilerine çeki düzen versinler…

Bu kesimin genel kültür ve tarih şuuru seviyesinin çok altlarda olduğunu da söylemem gerekiyor…

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak cinayettir. Siyonizmin “s”sinden haberi olmadan “Kahrolsun İsrael” diye sağda solda slogan atanları maalesef bu kategoriye sokmak zorundayım…

Bir de Turco-Judaizm dediğimiz bir olay var… Henüz bunu deşifre edebilmiş değiliz… O yüzden bu yazıyı kaleme almaya karar verdim…

Hepimizin bildiği gibi, 1951 yılında DP ve Adnan Menderes döneminde NATO Pakt’ına katıldık…

ABD’nin müttefiği olmamızın yanı sıra Sovyet Rusya’yı ve ideolojisi Sosyalizm’i kendimize birinci dereceden düşman ve tehdit olarak kabul ve tasdik…

Ardından, NATO Paktına katılmış ülkelerde askeri anlamda Komünist faaliyetleri, organizasyonları baltalamak, sabote etmek ve provake etmek amacıyla TSK bünyesinde Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Kontrgerilla dediğimiz bu kurum daha sonra Özel Harp Dairesi adını aldı ve darbeler döneminde bir hayli operasyon ve olayla gündeme geldi…

Bilinmeyen ve yazıya konu olan durum, bundan sonra başlıyor…

NATO Bünyesinde askeri planda kurulan Seferberlik Tetkik Kurulunun bir de sivil ayağı vardı…

Sivil Kontrgerilla veya Sosyo-Kültürel NATO diyebileceğimiz bu yapılanmada önemli kişiler, kuruluşlar ve fikirler vardı…

Maalesef, Kamuoyu bu kişileri, organizasyonları ve fikirleri henüz deşifre edebilmiş, tanıyabilmiş değildir…

Ve tabi ki bu kişilerin bilinmeyen endogomik, yani akrabalık bağlarını da…

Yazıyı çok dağıtmadan ve uzatmadan Sivil Kontrgerilla’yı yazıyorum… Önce birkaç organizasyonu yazalım…

Bu organizasyonların başında isminden de anlaşılacağı gibi Komünizmle Mücadele Dernekleri geliyordu… 1958 yılında kurulan Erzurum Komünizmle Mücadele Derneğinin kurucularından biri de Paralel yapının bugün ABD’de yaşayan lideriydi.

Diğer bir kuruluş, 1 Aralık 1951 tarihinde kurulan Avrupa ve Dünya Federasyonu Fikrini Yayma Cemiyeti idi. Kurucuları arasında Refik Koraltan, Fuad Köprülü, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Sıtkı Yırcalı, Şükrü Baban, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Necmeddin Sadak, Burhan Felek, Fahrettin Kerim Gökay, Sıddık Sami Onar, Ali Fuat Başgil, Nadir Nadi Abalıoğlu, Adnan Adıvar, Nihat Reşat Belger gibi isimler vardı.

Yukarıda adı geçenlerin bilinmeyen ilişkileri ve endogomik bağlarını yani akrabalık ilişkilerini Silsile: Sevi’nin Gizli Kurmayları adını verdiğimiz çalışmada yazdım… Daha fazla bilgi almak isteyen oradan bakabilir.

Diğer birkaç organizasyonu da şimdilik adı bende saklı kalsın zamanı gelince yazmak üzere sonraya bırakıyorum…
Sivil Kontrgerilla’nın fikir ayağında Kapitalizm-Liberalizm-Siyonizm esaslı Tek Dünya Fikri ve bu bağlamda Semavi kökenli üç dinin birleştirilmesi gibi fikirler vardı.

Zaten Sivil Nato’nun faaliyetleri ve organizasyonları, MRA bünyesinde faaliyet gösteriyordu. MRA, aslında 1929 yılında kurulmuştu ancak II. Dünya Savaşında aktif hale getirildi. MRA’nın ilk amacı üç hristiyan mezhebinin (Katolik-Ortodoks-Protestan) birleştirilmesiydi. Ancak bunu başaramayınca II. Dünya Savaşı sonrasında Semavi kökenli üç dinin (İslamiyet-Hristiyanlık ve Musevilik) birleştirilmesi faaliyetlerine başlamıştı.

Daha sonra bu çerçeveye Uzakdoğu Dinleri adı altında MOON Tarikatı da eklendi…

MOON’un Türkiye Sorumlusu CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek idi. Kasım Gülek’in cenaze namazını Paralel yapının lideri kıldırmıştı. Kasım Gülek’in ölümünden sonra yerine Hayri Erdoğan Alkin geçmişti. TESEV danışmanlarından Hayri Erdoğan Alkin, Bülent Ecevit’i, arkadan hançerleyen Hüsamettin Özkan’ın dünürüydü. Malum, Bülent Ecevit te aynı dönemde, Paralel Yapının liderinin ahrette ilk şefaat edeceği kişiydi…

“Tek dünya devleti” ve “tek din” fikrini, yıllar önce Gazi Paşa da dile getirmişti:

Baylar, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşünüşte yükselip olgunlaşması, Hristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizm’den vazgeçerek yalınlaştırılmış ve herkes için anlaşılacak bir duruma getirilmiş arı ve lekesiz, evrensel bir dinin kurulması ve insanların, şimdiye dek, kavgalar, pislikler, kaba istek ve eğilimler arasında bir bataklıkta yaşadıklarını kabul ederek, bütün gövdeleri ve usları ağulayan kötülük etkilerini ortadan kaldırmaya karar vermesi gibi koşulların gerçekleşmesini gerektiren “Birleşik Dünya Devleti” kurma düşününün tatlı olduğunu yadsıyacak değiliz. (Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk, s. 350)

Sivil NATO’nun Sosyo-Kültürel Faaliyetleri MRA çatısı altında yapılıyordu. MRA’nın Türkiye sorumlusu İstanbul Valisi Fahreddin Kerim Gökay idi.

MRA’nın “din” ayağında Nakşi-Halidi-Arusi Ömer Fevzi Mardin vardı. Ömer Fevzi Mardin’in selefi, yani hocası da Küçük Hüseyin Efendi idi.

MRA'nın deşifresi ikinci yazıyla devam edecek...

Selam ve Dua ile...
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 03 Ağu 2014 17:54

facebook
twitter
gplus

MRA 2
MRA'nın Türkiye şubesi olan Manevi Cihazlanma Cemiyeti 1966 yılında resmi olarak kuruldu:

Şimdi gelelim MRA'nın İstanbul'daki şubesine; Türkiye'de MRA, "Manevi Cihazlanma Derneği" adıyla, Beyoğlu Asmalımescit Sokağı'ndaki bir apartmanın üst katında faaliyetlerini sürdürmüştür. Derneğin üyesi ve kurucularından biri, ünlü İstanbul Valisi Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay'dır.

Gökay, 33. dereceden masondu. Sayısız derneğin kurucusu ve üyesiydi. Mason cemaati içinde adı çok geçen bir valiydi. Manevi Cihazlanma Derneği'nin bazı özel toplantıları bu "minik" valinin Kadıköy-Göztepe'deki köşkünde yapılırdı. Derneğin başka bir toplantı yeri de Kadıköy-Selami çeşme'deki İsmail Ağar'ın köşküydü. İsmail Ağar, 1961'de idam edilen Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu'nun yakın akrabasıydı. Derneğin tüm üyeleri Circle d'Orient'ın (Büyük Kulüp) üyeleriydiler. Derneğin açık propagandası "Anti Komünizm"di ve buna karşı "Maneviyatı" yeniden "Cihazlandırmak" gerekiyordu! Dernek, aynı zamanda İstanbul'da sayısız "Güzelleştirme Derneği" açmış ve buralardan "Adam Derlemişti."

1960 yıllarındaki 27 Mayıs darbesinden önce dernek Menderes hükümetine ilginç bir "Reconciliation" projesi götürmüştü. Buna göre İstanbul şehri "Dünya Dinlerinin Başkenti" yapılacaktı. Fener Patrikhanesi, Vatikan gibi bir devlet haline getirilecek, Kariye Camisi bir tür Hilafet Merkezi yapılacak ve Yahudilik de en üst düzeyde yeniden yapılandırılacaktı. (Dönme ve Karaim Yahudileri de böylelikle temsil hakkına kavuşacaklardı) Bu projeyi hayata geçirmek için Manevi Cihazlanma Örgütü'nün Türkiye Şubesi, 1957'den sonra Menderes'e ünlü "İstimlak ve Onarım" projesini götürmüş ve Ayasofya'da "Ortodoks İbadetine" başlanmasını salık vermişti. Derneğin o dönemdeki başkanı DP Milletvekili Ekrem Tok'tu.

Bu derneğin üyelerinin tamamı masondu. İlginçtir ki bu kişiler İstanbul'u "Dünya Dinlerinin Başkenti" yapmak ideallerini 1963'ten sonra "Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü" toplantıları ile yaygınlaştırmışlardı. Son yıllarda moda olan üç din birliği projesi (İbrahim’i Dinler Projesi) de bu örgüt tarafından ilk kez 1957'de mason derneklerinde teklif haline getirilmişti. Manevi Cihazlanma Derneği"nden yetişen ve/veya ona üye yapılmış birçok siyasetçi, bilim adamı, iş adamı ve bürokrat vardı. Bunlardan biri daha sonra Türkiye tarihinde önemli rol oynadı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a yakınlığıyla tanınan bu kişi Hazım Atıf Kuyucak idi. İktisat Profesörü olan Kuyucak, 27 Mayıs sonrasında adını unutturdu ve Masonik "Uykuya Yattı". Kuyucak, masonların en üst kurulu olan "Supreme Council"de ki en etkili iki profesörden biriydi (diğeri Sahir Erman). Türkiye"nin tüm petrol tasarıları ve anlaşmaları onun elindeydi. Fakültedeki görevini başka bir mason biraderine (Prof. Şükrü Baban'a) bırakarak tüm çabalarını Türkiye'nin Avrupa ile "Bütünleştirilmesi" meselesine adamıştı. Hazım Atıf Kuyucak, masonların en etkili "Spekülatif" locası, "Nur Locası’nın" 33 dereceli Maşrık-ı-Azamı idi. Ünlü Bilderberg'in 1959'da İstanbul Yeşilköy’de toplanan gizli oturumunda Türkiye’yi Kuyucak temsil etmişti. Günümüzde AB-Türkiye ilişkilerinin perde arkasında kalan görüşmelerini masonlar yönetmektedirler. Özellikle Fransız Büyük Doğu Mason Locası’nın Üstadı Alain Bauer ile Türkiye’deki masonlar bağlantılıdır.

İlginçtir ki Kuyucak, aynı zamanda “Gül ve Haç Kardeşliği” gizli örgütünün de 1964’e kadar başında olan kişiydi. Gül ve Haçın gizli toplantıları İstanbul ve İzmir’de yapılıyordu (İstanbul’da Teşvikiye’de). 1964'te Gül ve Haç Şövalyeliği’ne yeni bir isim getirildi. Bu kişi İzmirli bir Avdeti Sabetaycı olan Cemal Birik’ti. 17. derecede Mason olan Birik’i 1964'te İskoç Riti’nin izniyle önce Tapınak Şövalyeliği mertebesine, sonra da 33 dereceye çıkartarak Gül ve Haç Baş Şövalyesi tayin edenler Hazım Atıf Kuyucak, Necmettin Erol ve çok ilginç bir siyasetçi olmuştu: TC Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı vekili ve adayı İhsan Sabri Çağlayangil. Eski bir vali ve istihbaratçı olan Çağlayangil, 33 derecedeki siyasetçilerden biriydi. Ünlü Humeyni, Bursa’da zorunlu oturuma tabiyken Çağlayangil, Ayetullah ile ilgili tüm gizli bilgilerin elinde toplandığı kişiydi. Çağlayangil, Manevi Cihazlanma Derneği’nin Türkiye’deki güçlü ellerinden biriydi. Başta Koç ve Sabancı aileleri olmak üzere kalburüstü kişileri bu İsviçreli örgütle tanıştıran oydu. (Gül ve Haç Kardeşliği, Aytunç Altındal, s.127, 128, 129)

a)Yukarıdaki alıntıda ismi geçen İsmail Ağar, Osmanlı Devleti Son dönem sadrazamlarından (1877-1878) “Deli Corci” lakaplı İbrahim Ethem Paşa’nın yeğeniydi. İbrahim Ethem Paşa’nın torunları arasında Kaplumbağa Terbiyecisi Osman Hamdi Bey, Efsane MİT’çi Hiram Abas, Cemal Reşit Rey ve Ekrem Reşit Rey kardeşler gibi isimler var. Aile soyadı kanunu çıkınca “Eldem” soyadını aldı. Ailenin en meşhur damadı ise Ali Fethi Okyar’dı.

b) İsmail Ağar, Zeyno Baran’ın annesi Füsun Ağar’ın da amcasıydı. Füsun Hanım, ikinci evliğini bir dönem Dinç Bilgin’e ait Sabah gazetesinin genel yayın yönetmeni iş adamı Zafer Mutlu ile yapmıştı. Zafer Mutlu’nun üvey kızı Zeyno Baran, ABD’nin ünlü düşünce kuruluşu CSIS bünyesinde faaliyet gösteren Hudson Vakfı’na bağlı olarak çalışıyor. CSIS, Türkiye’de TESEV’le eşgüdümlü çalışıyor. CSIS bünyesinde çalışan diğer Türk, Coca Cola’nın Ceo’su Muhtar Kent’tir.
Zeyno Baran’ın eşi de ABD Dışişleri Bakanlığı müsteşarlarından Musevi asıllı Matthew Bryza’dır. Matthew Bryza için, Graham Edmund Fuller’den sonra Paralel yapının liderine en yakın ikinci Amerikalı yorumları yapılıyor…

c) İsmail Ağar’ın kız kardeşi Nezahat Hanım, Sait Uralman ile evliydi. Sait Uralman’ın kız kardeşi kamran Uralman ise, 27 Mayıs 1960 darbesinden kurulan I.Gürsel Hükümetinin Dışişleri Bakanı Selim Sarper ile evliydi.

Selim Sarper’in halası Ayşe Hamide Sarper’in torunu da İletişim Holding’in ve İletişim yayınlarının sahibi Osman Kavala‘dır. Osman Kavala’nın da TESEV yönetim kurulunda olduğunu hatırlatalım.

Sarper ailesiyle Öke, Türkkan, Buğra ailelerinin akraba olduğunu da hatırlatıyorum…

Ailenin en meşhur damadı ise Hüsrev Gerede idi.

Selam ve Dua ile…
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 07 Ağu 2014 09:09

facebook
twitter
gplus

KIBRIS ÜZERİNE
Kıbrıs bir tarihtir, gizli tarihtir, komplolar tarihidir… Deşifresi er ya da geç, şarttır…

Bizim Kıbrıs davamız, 1570 tarihinde başlıyor… Padişah, Sarı Selim nam, II. Selim Devridir, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’dır, hatırlatmak istiyorum.

Osmanlı İmparatorluğunun sefer ve cihad aksiyon hareketine baktığımızda Kıbrıs düzensiz ve uygunsuzdur. Üstelik İnebahtı Bozgununa mal olmuştu. O halde nedendir?

1492 Büyük Seferad göçünü ve Roxanne Hürrem Sultan Lobi faaliyetlerinden sonra Turco-Judaizm’in temellerinin atıldığı dönemdir. Başrolünü Yasef Nassi oynamıştır, Hürrem Sultan ve Ester Kira’nın halefi ve II. Selim’in danışmanıdır.

Klasik bir Slav-Ortadoks-Elen devşirmesi olan Sokoloyeviç Mehmed Paşa’nın en büyük rakip ve düşmanıdır.

Hep söylüyorum, yine söylüyorum, tekrar söylüyorum,Elenizm-Judaizm ve Seferad-Aşkenaz ve Karakaşizm-(Kapanizm+Yakubizm)savaşlarını deşifre etmeden Türk tarihini yazmak imkansızdır.

Kıbrıs buradadır, büyük komplonun merkezindeyiz…

Sokullu Mehmed Paşa’nın tüm itiraz ve muhalefetine rağmen,Sultan Selim, Yasef Nassi’ye söz verip Kıbrıs Fethine yöneliyor. Kıbrıs fethediliyor ancak Osmanlı İmparatorluk Donanması, İnebahtı’da büyük bozguna uğruyor…

Yasef Nassi’nin Yahudi ve Herzl’in öncülü Siyonist olduğunu hatırlatmam gerekiyor. Demek ki, o yıllarda Kudüs’e dönüş ve toplanma hissiyatı ve özlemleri vardır. Kıbrıs, Arz’ı Mev’ut sınırları içerisindedir,hatırlatıyorum…

Sokullu’nun Venedik-Papalık ve İspanya birleşik Donanması Amirali Andre Doria’ya verdiği müthiş cevap, Topkapı Sarayının surlarında çınlamaktadır: “Siz Donanmamızı yakmakla sakalımızı kazıdınız, biz Kıbrıs’ı almakla kolunuzu kestik… Kazınan sakal daha gür biter ancak kesilen kol yerine gelmez…”

308 yıl sonra kol yerine gelmiş gözükmektedir…

93 Harbi de denen 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra Kıbrıs, Büyük Britanya İmparatorluğu’na kiralanıyor...

Sultan II.Abdülhamid’in anılarında savaşa tüm gücüyle karşı olduğunu biliyoruz… I.Meşrutiyet ilan edilmiştir ve Sadrazam Midhat Paşa’dır.En çok Midhat Paşa’nın Rusya ile savaşmak için yanıp tutuştuğunu kaynaklar bize haber veriyor. Eğer Judaizm versus Elenizm rekabet ve nefretini ele alacak olursak Midhat Paşa’nın Judaik kökten geldiğini kabul edebiliriz…

Şunu unutmamalıyız: Judaizm, Ön Asya’da kesinlikle ve kesinlikle Elenizm istememektedir. Bunu için Türkizm ile yan yana gelmekten çekinmemektedir. Katolik bir Latin devlet adamının, Ortodoks Bizans düşmanlığına karşı, İstanbul için, “Konstantiniyye’de Helen Serpuşu görmektense Osmanlı Sarığı görmeyi tercih ederim” sözü, uygun düşmektedir.

I.Haçlı Seferinde Katolik Roma Ordusunun, Ortodoks Bizans ve henüz yeni Slavik İstanbul’u yağma ettiğini de hatırlatıyorum…

I.Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde Gelibolu’da Siyon Katır Birliği, Jabotinsky liderliğinde Yunan’lılara karşı savaşmıştı. Türk dostu olduğunu söyleyemeyiz, Ancak Yunan düşmanı olduğu kesindir.

O halde, 93 Harbi’nden dolayı Ulu Hakan’ı sorumlu tutmak ve suçlamak yersizdir… Midhat Paşa’nın sorumluluğunda ve hediyesidir…

Judaizm, en çok Elenizm tehlikesi belirdiğinde Türkçü ve Milliyetçi olmaktadırlar…

Kıbrıs, I.Dünya Savaşından sonra Britanya’nın idaresine geçiyor.

“Ulu Hakan, Kıbrıs’ı İngilizlere Peşkeş çekti” tezi, havada kalmaktadır.

Asla Gazi Paşa ve İsmet Paşa için “Musul ve Kerkük’ü İngilizler’e bıraktı” demiyoruz, Misak-ı Milli sınırları içerisindedir…

“Araplar bizi sattı, arkadan hançerledi” sözü kadar judaik ve propagandadır, Kupkuru hakikatlere ihtiyacımız var, tarih bizi algı operasyonlarını deşifre etmeye mahkûm kılıyor.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra rol dağılımında Britanya İmparatorluğu’nun aktörlükten figüranlığa tenzil-i rütbe ve Sovyet Rusya ve ABeDe’nin figüranlıktan aktörlüğe terfi ettiğini söylersek, Kıbrıs’ın Helen Yunan ve Rusya’nın gündemine girdiğini söyleyebiliriz.

1948-1967 ve 1973 Arap İsrael savaşlarından sonra, Sovyet Rusya’nın Nasır ve BAAS’tan uzaklaştığını ve İsrael’i tehdit etmek için Kıbrıs’a yöneldiğini söyleyebiliriz.

20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, hemen sonradır.Ecevit-Erbakan Hükümetinin adayı işgal ve fetih etmek değil, ikiye bölmek istediklerini biliyoruz… Adada İki devlet, ABeDe-İsrael ve Britanya’nın işine gelmektedir.

Provakatif bir soru sorabilir miyim: 1974 Harekâtından önce adadaki Yahudi ne kadardır, Barış Harekâtından sonra ne kadardır? Kıbrıs Arz-ı Mev’ut içerisindedir, hiç unutmuyoruz…

II.Dünya Savaşından itibaren bizde en çok Kıbrıs müdafiiolanların Dönme soyundan geldiklerini biliyoruz…

İsrael’den sadece 15 gün önce, Burla Biraderlerin finansman desteğiyle kurulan Hürriyet Gazetesinin sahibi Sedat Simavi ve Vatan Gazetesinin sahibi Ahmet Emin Yalman’ı bu kategoride değerlendiriyoruz…

İlki, Simavi, ilaveten, gazetenin üst tarafına “Türkiye Türklerindir” sloganı koyma ihtiyacı hissetmişti. Midhat Paşa misli,vatanperver ve milliyetçi gözükmesi gerekiyordu, öyle görünmüştür.

İkincisi, Yalman, “Kıbrıs Türktür Derneği”nin kurucularındandı, Kıbrıs’ın elenizm’e karşı Türkleştirilmesi gerekiyordu.Adadaki Türk Varlığı, İsrael’in Kıbrıs Rum Kesimine karşı sigortasıdır ve biz,Milliyetçiler, daima Judaizm’in Elen düşmanlığında taşeron idik, gerçek budur…

Kıbrıs Türktür Derneği’nin tüm kurucuları dönme soyundandır,tesadüf diyemeyiz, Komplodur.

Kıbrıs Türktür Derneği, 6/7 Eylül 1955 olaylarından sonra kapanıyor. 6/7 Eylül 1955 olaylarına neden olan olay, Gazi Paşa’nın Selanik’teki evine bomba konulması idi... Özel Harp'i hatırlamak gerekiyor...

Son bir bilgi:

Olayı resmi makamlara ve Ankara’ya bildiren AA’nın Selanik Muhabiri, Sinan Korle, Ahmet Emin Yalman’ın kayınbiraderiydi…

Tesadüf, tarih tezlerinde asla kabul edilmeyen bir olgudur,boşluk kalmamaktadır…

Selam ve Dua İle…
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 15 Ağu 2014 08:50

facebook
twitter
gplus

bu başlıktan kafası karışan çok fazla kimse olmadı. belki de hayretinizden pek konuşamıyorsunuz. :o
CELAL BAYAR


Bugün tarihi bir gün…

İlk defa Türk Milleti, aracısız olarak doğrudan Cumhurbaşkanını seçiyor…

Milli İrade ve demokrasi adına güzel bir an…

Mevcut Cumhurbaşkanımızın 27 Ağustos 2007 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki E-Muhtıra sürecini, 27 Nisan Bildirisini, muhalefeti temsil eden DYP genel Başkanı Mehmet Ağar ve ANAP genel başkanı Erkan Mumcu’nun askerin baskısıyla ve korkusuyla TBMM’de oylamaya katılmadığını, malum medyanın “400 El Kaosa kalktı” manşetlerini hep hatırlıyoruz…

Cumhurbaşkanı seçimlerinde en dikkat çeken husus, başbakanın paralel yapıyla mücadeleyi sürdürme mesajları oldu… Başbakan hemen hemen her mitingde bu gerçeğin altını çizdi…

Diğer önemli gözden kaçan konu ise Paralel yapının meşhur Bankası Bank Asya’nın Ziraat Bankası’na devredilmesi konusuydu…

Provakatif bir soru sorabilir miyim: Dini bir topluluk olan yapının,cemaatin, faiz sistemini benimsemiş, laik seküler bir sistemde Banka sahibi olması nasıl açıklanabilir?

Acaba Cemaat içinde, cemaatin hayırsever iş adamlarından,himmetlerinden, bağışlarından toplanan parayla banka açmak kimin aklına gelmişti,merak ettim doğrusu…

Toplanan bağışlarla banka açmak deyince aklıma nedense Türkiye İş Bankası geldi…

Türkiye İş Bankası, Hindistan’lı Müslümanların, Kurtuluş Savaşı’nda kullanılmak üzere bize gönderdiği 250 Bin lira sermaye ile kurulabilmişti…

Meraklısı için ek not, Kurtuluş Savaşı boyunca “7 Düvele karşı” tek başımıza savaşmadık… Sovyet Rusya’dan ve İtalya’dan Silah ve Para yardımı almıştık…

Türkiye İş Bankası’nın ilk genel müdürü de geleceğin Cumhurbaşkanı Celal Bayar idi…

Mahmut Celal Bayar, sadece bankanın genel müdürü değildi,aynı zamanda bankanın hissedarıydı da…

Bankanın tanınmış Kurucu ve Hissedarları arasında Siirt Milletvekili Mahmut (Soydan), Gazi Paşa’nın eşi Latife Hanım’ın babası Uşakizade Muammer Bey, Trabzon Mebusu Hasan (Saka),Kavalalı İbrahim Paşa’nın oğlu Hüseyin Bey, İnegöllüzade Refet Efendi, İzmir Valisi Rahmi Bey, Gazi Paşa’nın yaverlerinden Salih Bozok, Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu Yunus Nadi, Tesal’ların dünürü Nuri Conker, Altemur Kılıç’ın babası Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali gibi isimler vardı…

Türkiye İş Bankasının hissedarı ve ilk genel müdürü Celal Bayar, kuruculardan İnegöllüzade Refet Efendi’nin damadıydı.
Bankanın Celal Bayar’dan sonraki genel müdürü de İnegöllüzade Refet Efendi’nin yeğeni Hacı Muammer Eriş idi… Yani Celal Bayar’ın kayınpederinin yeğeni…

Hacı Muammer Eriş, aynı zamanda CHP Ankara (1935-1950)milletvekili idi.

Hacı Muammer Eriş’in kız kardeşi Mukaddes Eriş, Mehmet Süheyp Türe evliydi.

Bursa Mevlevi Şeyhi Şemseddin Efendi’nin damadı olan Mehmet Süheyp Türe, Ali Kemal Bey’i linçettiren Sakallı Nurettin (Konyar) Paşa’nın bacanağıydı.

Mehmet Süheyp Türe’nin dünürü Abdülbaki Baykara da Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhiydi.

İnegöllüzade Hacı SaffetEriş’in diğer torunu Uğur Birand’ın eşi Zinnur Taneri, Hülya Avşar’ın eski eşi Kaya Çilingiroğlu’nun teyzesiydi.

Hacı Muammer Eriş’in damadı İsmail Erez de şair Cenap Şahabettin’in torunuydu.

İsmail Erez’in diğerdedesi İsmail Hakkı Paşa da Hasan Tahsin Ayni-Mehmet Ali Ayni kardeşlerin amcasıydı.

Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy’un eşi Ahmet İhsan Gürsoy da 1946-1960 DP Kütahya milletvekiliydi…

Nilüfer Gürsoy’un kızıda Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali’dir.

Celal Bayar, Bursa Alliance Israelit Universal mezunu olduğunu hatırlatalım…

Anti-siyonist Musevi Misyoner Okulu Alliance Israelit Universalle mezunları arasında Celal Bayar, Dr. RızaNur, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Talat Paşa, Emanuel Karasu, Moiz Kohen (MunisTekinalp), Dr. Reşid Galip (Baydur), Mihri Belli, Kenan Rıfai gibi ünlü isimler var…

Celal Bayar,Başbakanlığı döneminde, birçok Beyaz Türk şirketinin batmaması için finansal desteği verecek kadar da cömert bir liderdir…

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber ... apmis.html

Şüphesiz 22 Mayıs 1950 tarihi, Mahmut Celal Bayar için hayatının en mutlu günü olmalıydı…Cumhurbaşkanı seçilmişti…

22 Mayıs 1950 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen, Bursa Alliance Israelit Universalle mezunu, devrim yıllarında Ay-Yıldızlı Türk Bayrağını gericiliğin ve şarklılığın sembolü olarakgören ve Halk Fırkasının Altı Ok’unu devletin resmi bayrağı yapmak isteyen ve “Atatürk’ü sevmek milli bir ibadettir”diyecek kadar Kemalist olan, Türkiye İş Bankası kurucularından ve hissedarlarından ve ilk genel müdürü olan, Papa 23. Roncalli’nin yakın dostu Mahmut Celal Bayar,Papa Dostluğu sayesinde 27 Mayıs’ta idam edilmekten de kurtulmuştu:

Celal Bayar ile Papa -23. John- Roncalli’nin dostluğu Türkiye tarihindeki bir ilke de imzasını atmıştır. Celal Bayar eski dostu Roncalli Papa seçilince Vatikan’a giderek onu bizzat makamında kutlayan ilk Türk ve Müslüman devlet başkanı oldu. O güne kadar hiçbir Müslüman devlet başkanı, Papa’nın ayağına gitmemişti. Bu sürpriz Vatikan ile Türkiye arasındaki ilişkilerde Ortodoks âlemine karşı bir gözdağı oldu. İstanbullu Papa, Bayar’ın bu cesur girişimini karşılıksız bırakmadı. 1960’da yapılan askeri darbede Yassıada’ya gönderilen ve daha sonra da idama mahkûm edilen Celal Bayar’a çok anlamlı bir jest yaptı. Türk Silahlı Kuvvetleri adına Celal Bayar’ı idamamahkûm eden Sıkıyönetim Mahkemesi idamdan birkaç saat önce Ankara’ya gelen ve bizzat Papa 23. John’un mesajını ileten bir kardinal, darbeci subaylara CelalBayar idam edilirse Papa’yı ve tüm Katolik âlemini karşılarında bulacaklarını en sert dille bildirdi. Sonuçta zavallı Adnan Menderes ve arkadaşları asıldılar, komitacı Celal Bayar daha uzun yıllar yaşadı. (Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri,Aytunç Altındal, s. 77, 78)

Selam ve Dua İle…
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

Re: FATİH ŞAHİNTÜRK

Mesajgönderen yazyagmuru » 17 Ağu 2014 19:33

facebook
twitter
gplus

HANDE ATAİZİ & GÜLRİZ SURİRİ

Kapalı devre çalışan bir sistemde, dominant seçkin sınıfın oligarklarının hal ve hareketleri, ister istemez insanın dikkatini çekiyor…

Özellikle taban ve tavan arasında siyah ile beyazın arasındaki ton kadar bir fark varsa, bu dikkat daha da kaçınılmaz oluyor... Görmemek, görememek, görmezden gelmek imkansızdı…

Yıllardır tv’de gördüğümüz insanları halen tv’de her gün görmeye mahkum olmak, kendime şu soruyu sormak zorunda bırakıyor:

“Gerçekten ne yeteneği var ki, 30 yıldır gündemden düşmüyor?”

Veya;

“Nasıl bir yeteneği var ki, 30 yıldır tv ekranlarının vazgeçilmezi olabiliyor?”

Hülya Avşar, Ayşe Arman, Doğa Rutkay, Hande Ataizi, Gülriz Sururi, Gülse Birsel, Pınar Altuğ, Çağla Şıkel'i bu alanda kabul etmek zorundayız...

Görsele hitap etmek dışında ki, -o da tartışılır- nasıl bir yetenekleri var, her daim hit ve pop ve vazgeçilmez olabiliyorlar?

İlkini, Hülya Avar, Ulya Avisar, Acunmedya’ya borçluyuz, vazgeçilmez kadrolu jürisidir…

Halen bu ülkede manken mi, sanatçı mı, oyuncu mu, juri olacak kadar bilirkişi mi olduğunu anlamış değilim…

Eğer “hepsi” ise kesinlikle “hiçbirşey”dir…

İkincisini, Ayşe Arman, Kayınvalide Betül Mardin, kayınpeder Haldun Dormen ve Doğan Medya’nın amiral gazetesine borçluyuz… Başka bir ülkede başka bir medyada iş bulamazdı, anlamlıdır…

Haydar Dümen misli, erotizm ve şehevi damarının dışında hiçbir gazetecilik yeteneği ve başarısı yoktur…

Üçüncüsünü, Doğa Rutkay, Ali Sunal’ın yönetimindeki Güldür Güldür Show’dan izliyorum… Arkadaşları arasında en yeteneksizi ve itici olanıdır, herhangi bir güldürme yeteneği olmadığını biliyorum… Birçok kelimeyi söyleyememesi, telafuz edememesi, “Türkçe bilmeyen birinin tiyatrocu olabileceği tek ülke Türkiye’dir” tezini doğruluyor…

Burası Türkiye, yeteneksizlerin yetenek yarışmalarında Jüri, şarkıcıların sanatçı, “r” özürlülerin standapçı ve “s” özürlülerin, adeta büyük bir “hadise”ymiş gibi, jüri ve sanatçı olduğu bir yerdir…

***
Hande Ataizi, bu sınıf içerisindedir…

Manken değil, sanatçı değil, tiyatrocu değil ama podyumlarda geziyor, şov porgramları sunuyor ve film çeviriyor...

Eğitim ve kültür seviyesi, kurduğu cümlelerden malum…

O halde, 20 küsür yıldır, bu sistemde nasıl en üst sosyal sınıfta yer alabiliyor?

Özel bir klandan olmasa, mümkün değildi, hatırlatıyorum...

Aslında sorgulanan, sorgulanmayan, sorgulanmak istenen budur...

Üst seçkin sınıfta yer almanın iki altın kuralı, Allahsız ve Ahlaksız olmak ve hiçbir yeteneğe sahip olmamak, bunu biliyoruz… Hande Hanım da hepsinin olduğunu biliyoruz...

Aslında Hande Hanım’ın, Ataizi, soyadı bize yıllardır göz kırpıyordu, bakmak görmek değildi, bakıyor ama göremiyorduk... Bugün gördüğümü itiraf etmek zorundayım...

Elbette bu ata Sultan Alpaslan veya Fatih Sultan Mehmed olamazdı, o halde kimdi?

Buyrun, kendinden dinleyelim:

“Babaannemin babası Mehmet Ali Okar, Selanik kökenli. Mustafa Kemal'le aynı dönemde Harbiye'ye gitmiş, ayrıca TBMM'nin ilk dönem milletvekili. Daha sonra Selanik'ten İzmir'e gelmişler. İzmir o tarihlerde büyük bir deprem yaşıyor, herkes çadırlara çıkıyor. Mustafa Kemal bir gün onları ziyarete geliyor. İclal Anneanne kendisine kahve ikram ediyor. O kahve fincanı hâlâ en özel hatıra olarak özenle saklanıyor. Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra, Atatürk'ün izinde olunduğunu belirtmek üzere ‘Ataizi’ soyadını almışlar.”

http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1998/09/28/68972.asp

Güzel, boşluk kalmamaktadır, bu düzenin, Selanik Dükalığı tarafından, 1909 sürecinden sonra kurulmuş olduğunu deşifre ediyoruz…

Atasının izinden giden Hande Hanım’ın babasının dedesinin, yada dedesinin babasının, Mehmet Ali Okar, Gazi Paşa ile Selanik’ten mahalle arkadaşı ve Harp Okulundan arkadaş olması bizi şaşırtmamaktadır…

Tek sıkıntı, Hande Hanım’ın kendi klanından biriyle evlenmesi gerektiği hakikatiydi…
Bugün medya da yer alan bir haber, Hande Hanım’ın hamile olduğunu ve Musevi asıllı eşiyle birlikte Nişantaşı'nda boy gösterdiğini bize haber veriyordu, kendilerine şükranlarımı sunuyorum:

http://www.internethaber.com/hande-atai ... -35453.htm

İbrani kökenli olan biriyle evlenmek ancak başka bir İbrani kökenliye nasip ve rast olurdu, öyledir…

***
Günlük medyada yer alan ikinci vaka, bizi Gülriz Sururi’nin etnik köklerini sorgulamaya itiyor…

80 küsür yaşında, ama her daim ünlü ve seçkin sınıftan ve bu sınıftan olma özelliklerini (Allahsızlık, Ahlaksızlık ve yeteneksizlik) kanının son damlasına kadar taşıyor…

İsmi ve yüz hatları dışında hiçbir şeyini hatırlamıyoruz…

Bugün medyada yer alan bir haberle gündeme geldi… Gülriz Hanım, Sururi, bikinisiyle poz vermiş:

http://www.internethaber.com/86-yasinda ... -35448.htm

Gülriz Hanım, Sururi, bize ve kendine bu zulmü neden yapabiliyor...

Köşesine çekilememek, her daim ortada meydanda, ünlü ve popüler olmak için ant mı içtiler?

TRT döneminde, yani tek kanal döneminde ünlü olanların yetenekleri, aslında yeteneksizlikleri sorgulanmalıdır…

Asla, serbest dönemde, rekabetçi bir ortamda var olabileceklerine inanmıyorum…

Ve Gülriz Sururi’nin Örümcek ağları için, meraklısı için biraz karışık, bulmaca çözer gibi, Silsile: Sevi'nin Gizli Kurmayları'ndan alıntı yapıyorum:

a) Tevfik (Okday) Paşa’nın kızı Zehra Okday ise Memduh Paşa’nın oğlu Mazlum Moran’ın eşiydi.
b) Mazlum Moran’ın kızı Nazlı Tlabar ise DP İstanbul (1950-1960) milletvekiliydi.
c) Mazlum Moran’ın oğlu Memduh Moran’ın eşi Sevim Şamlı ise Engin Cezzar’ın teyzesiydi.
d) Engin Cezzar’ın eşi Gülriz Sururi, Kazım Dirik’in kızı Şükran Dirik’in üvey kızıydı.
e) Bandırma Vapuruyla Samsun’a çıkan 19 kişiden biri olan Kazım Dirik Paşa’nın kızı Şükran Dirik, evden kaçarak tiyatro sanatçısı Muammer Karaca ile evlenirken nikâh şahitleri de Gülriz Sururi’nin anne ve babası Lütfullah Bey ile Suzan Hanım’dı.
f) Şükran Dirik, 10 yıl sonra Muammer Karaca’dan boşanıp Lütfullah Sururi ile evlenecekti.

Güzel, Kemalizm bitti ancak, Selanik Dükalığı, aramızda ve dipdiri yaşıyor…

Bu sistemde biz, yani Anadolu nerede?

Selam ve Dua ile…
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kullanıcı avatarı
yazyagmuru
 
Mesajlar: 1295
Kayıt: 13 Tem 2013 11:11
Konum: ankara

ÖncekiSonraki

Dön Yeni Dünya Düzeni
cron